15 senelik upuzun bir bekleyişin ardından yapımı tamamlanan Avatar, sonunda sinema salonlarında. Beyazperdede (ve perdenin ötesinde) mutlak hakimiyete sahip görseli ile James Cameron ismini yeni kuşaklara öğreten film, şimdiden sinema tarihinin fenomenleri arasına girmiş durumda. Yapım bütçesinin yanında en az bir Pearl Harbor daha kotarmaya yetecek reklam harcamasıyla çok kısa zamanda herkesin merakını uyandırmış Avatar’ı biz de Avaz ekibi olarak gittik, gördük. Harcanan muazzam emeği görünce film hakkında konuşmadan 2009’u kapatmaya gönlümüz razı olmadı, olamazdı da…

Öncelikle filmi seyredecek tüm Avazcılara şu öğüdü vermemiz zorunlu: Kesinlikle filmin 3-D destekleyen sinemalarda seyredin! Filmi normal sinemalarda seyretmiş olmanın hiçbir anlamı yok. Şahsen IMAX destekli filmler için bugüne kadar yapılan reklamları kapitalizmin oyunları olarak yorup gözardı eden bir dikkafalı olarak Avatar’ın artık gerçekten 3-D dönemini başlattığını ve artık 3-D’yi eski yılbaşı akşamları fenomeniyle özetleyemeyeceğimi anlamış bulunmaktayım. Wikipedia’da James Cameron için yönetmen, senarist, prodüktör gibi ünvanların yanında “mucit” de denmesi boşuna değil. Avatar’ın getirdiği teknoloji bizi daha pahalı sinema deneyimlerine zorunlu kılıyor, çünkü artık yıllardır CGI teknolojisinin sinemayı getirmek istediği noktaya ulaşmış durumdayız. Özel efektlerle uğraşan bir tanıdığınız varsa onun mesleğini kıskanmanız için en uygun günler bu günler…


Peki neden “görseli ihmal edebilirim kardeşim, benim için hikaye önemli, karakterler önemli.” diyemiyoruz? Çünkü filmin tüm hikayesini üstüne kurduğu yapı o görselle akıp gitmekte. Hikayenin tüm inandırıcılığı görselle resmen kaynaştırılmış durumda.
Burada yanlış anlaşılmasın, efektlerin göz boyamasıyla delikleri doldurulmuş bir hikaye değil; fazlasıyla tanıdık bir plotun dramatik yapısını karakterlerin özgünlüğünden ziyade görüntünün yerinde kullanılması ile sağlayan bir kurgu karşımızdaki. (spoiler)Navi köyünün yıkımının seyirciyi rahatsız edecek ölçüde gerçekçi kotarılması, bir fişek gösterisi zihnimizi bulandırmasından ziyade bir saat boyunca gerçekliğine inandığımız Pandora yeşilinin yokolması fikrinin başarılı tasvirinin eseri.

En kaşarlanmış sinema seyircisi bile ağırlıklı olarak görsel ile kurulan etkinin kendisini yanıltmak, karakterler veya olay akışı ile kurulanınsa gerçekçi hissetmesini sağlamak yargısını ilk dakikada ister istemez verir. Bunun bir bilimkurgu filmi olması da gerekmez, herhangi bir dönem filmi bile olsa başarılı atmosferin görevi her zaman gerçekçi yapıyı “desteklemektir”. Avatar’da bu kast sistemi biraz değişim geçirdiğinden seyircinin bunu yadırgaması ve hikayeyi “zayıf” olarak nitelendirilmesi mümkün. Avatar; Dance with Wolves, Pochaontas ve benzer pek çok filmle aynı iskeleti kullanan, doğaya ve doğanın tinsel uyumuna verdiği önemle başta Princess Mononoke olmak üzere sayısız Anime eserini akla getiren, yabancı olmadığımız bir yapım. Bu noktada bir sorunun akla gelmesi gayet mantıklı: Yaptığı her filmle sinemayı bir adım daha ileri taşımış olan Cameron, Titanic’ten 12 yıl sonraki ilk ve en büyük bütçeli filmi için neden bu kadar referansı bol bir konu seçti?

Cameron’un filmlerini “overreading” olayından kaçınmaya özen göstererek incelediğimizde önceki filmlerinin politik olarak Avatar’dan çok da uzakta durmadığını görmemiz çok zor değil. Terminator 1 ve 2’nin teknoloji ve makineleşme korkusu, Titanic’in yadsınamaz sınıf eleştirisi; Cameron’u bir Michael Moore yapmasa da Hollywood’un liberal yönetmenlerinden biri olduğunu gösteriyor. 400 milyon dolarlık bir bütçenin yeni dünyanın kanla yazlmış tarihinden beslenmesi elbet kötüye de yorulabilir (ki insanoğlu olarak bir şeyi sevmek bize ağır gelir, bir süre sonra ona saldırmamız zaruridir), ancak biz bardağın dolu kısmına bakalım. District 9, Watchmen gibi mesaj verirkenki ses tonu gittikçe yükselmeye başlamış bilimkurgu filmlerinin girdiği yolda tek pürüzü didaktik ritminin aşırılığı olan Avatar’ı da görmek bilimkurgusever için güzel bir görüntü.

Yaptığı röportajlara bakılırsa Cameron uğruna 12 yıl sessiz kaldığı hikayesini tek filmle bitirmek istemiyor. Avatar’ın devamını çekme fikri hep kafasında olan yönetmenin, hasılat rekorlarının (ve Oscar macerasının) ardından devam filminin setini kurmaya başlamaması için hiçbir neden yok. Dua edelim de olası “sequel”ler için bir bu kadar daha zaman geçmesin…