FMK: LADYTRON – LADYTRON

Ladytron‘un yeni albümünde grup hakkında öğrendiğim bir şey varsa o da çok sinirli oldukları. Zamana meydan okuyan grup, yaklaşık sekiz yıllık bir aradan sonra hiç beklemediğim kadar acımasız bir albümle döndü. Aradan geçen zaman ve dünyada olup bitenler, hepimizi olduğu gibi Ladytron‘u da epey yıpratmış. Düpedüz politik bir albüm değil bu ama mevcut düzene öfkesini çeşitli yollardan kusmaktan çekinmiyor hiç. Yer yer nihilist, ekseriyetle apokaliptik. Sözleri ne kadar agresifse müziği de çoğunlukla bir o kadar gürültülü. Bu sebeple ilk dinlemenizde bir “ne yaşadım ben” hissi, bir baş ağrısı peyda olabilir ve albüme alışmanız zaman alabilir. Grup benim hayli underrated bulduğum son albümleri Gravity the Seducer‘daki havai sound’larını cilalamış, bolca davul eklemiş, araya da ilk albümlerinden sesler katıvermiş. Kendileri de zaten “it’s a good mix of Ladytron” diyorlar albüm için. Eski albümlerindeki o gençlik heyecanından ve kirli imajdan pek eser yok artık, karşımızda çok daha olgun bir Ladytron var fakat kendilerinden alıştığımız ve albüme bana kalırsa nefes aldıran electroclash soslu synthpop şarkıları da yok değil albümde. Öte yandan albüm karanlıklaştığı ve volümü yükselttiği noktalarda çok daha çekici bir hâl aldı benim için. Geneline bakarsak bir-iki falso hariç fazlasıyla beğendiğim bu geri dönüş albümüne bir de şarkı şarkı bakalım isterseniz:

FUCK

The Island, Tower of Glass & Far from Home: İlk şarkı Until the Fire’ın agresifliğinden sonra bana önceki albüm Gravity the Seducer’ın daha yumuşak sound’unu hatırlatan bu üçlü karşılıyor bizi. Doğrusu birbirlerini tamamlıyor gibiler. Ladytron’un bilindik sound’una alışıksanız bu üçlüyü sevmemeniz pek mümkün değil. Bence aralarında en başarılısıysa özellikle kompleks vokal melodisiyle dikkatimi çeken Far from Home.

Figurine: Özümsemesi zaman alan albümün ilk dinlemede akılda kalmaya en müsait şarkısı. Sözlerinin arada kulak tırmalamasını göz ardı ediyorum. 2:30 civarı başlayan break, albümün zirvelerinden biri.

Tomorrow is Another Day: Paper’a verdiği röportajda “direniş olması için önce dibi görmemiz gerek” demiş grubun vokali Marnie. Çoğunluğu dibi görmek konulu şarkılardan oluşan bir albümde tünelin ucundaki hafif ışık gibi bu şarkı. Doğrusu Ladytron’a bu tür şarkılar çok yakışıyor. Özellikle ikinci nakarattaki “I never asked you all the fucking things I wanted to, but tomorrow is another day” yükselişi harika ve albümün agresifliğinden de tam anlamıyla kopuk değil. Outro’su bu kadar “albümü yarına yetiştirmemiz lazım” aceleciliği kokmasa evlenmeyi düşünebilirdim kendisiyle.

MARRY

Until the Fire: Albüm için daha gümbür gümbür bir açılış olamazdı diye tahmin ediyorum. Tüm şarkı boyunca susmayan davullarıyla Ladytron, “aradan geçen 7-8 yılda bazı şeylere çok sinirlendik ve bunu daha ilk şarkıda kafanıza çakmak istiyoruz” mesajı veriyor.

Paper Highways: Grubun ikincil vokalisti Mira Aroyo’nun yazıp seslendirdiği şarkıların bende ayrı bir yeri var. Grubun deneysel ve risk alan tarafını yansıtıyor ve albüm içinde kendilerini çok belli ediyorlar. Velocifero albümündeki Black Cat, en sevdiğim Ladytron şarkısı mesela. Bu albümü de ilk dinlediğimde Aroyo’nun vokalini ilk hangi şarkıda duyacağım diye merakla bekliyordum. Paper Highways ilk dinlediğimde beni şöyle bir sarstı ama dinledikçe albümdeki favorilerimden birine dönüştü. Şarkının nereye gideceğini hiç kestiremiyorsunuz ve albümün kapağına dek sinmiş olan apokaliptik havasını hem müziğiyle hem de sözleriyle buram buram hissettiriyor.

The Animals: Grubun albümde yeni bir hit yaratmaya en çok yaklaştığı şarkı. Neden ilk single olarak seçildiğini albümü dinlediğinizde daha iyi anlıyorsunuz. Ace of Hz’ı hatırlatıyor bana.

Deadzone: Albümün karanlıklaştıkça daha da güzelleştiğinin bir başka kanıtı. Benim açık ara en sevdiğim şarkısı. Özellikle nakaratın ikinci verse’e şak diye bağlanışı ve sonsuza dek sürecekmiş gibi gelen ama lök diye bitiveren kapanışıyla halihazırda cool’luğun kitabını yazmış olan grubun şimdiye dek yaptığı en cool şarkılarından biri.

You’ve Changed: Albümün en basit sözlü ancak en asabi şarkısı. Hipnotize eden back vokaller ve cayır cayır davullarıyla neredeyse şarkının yarısından daha uzun süren outro’su, albümün kusursuzluğa en çok yaklaştığı kısım olabilir.

KILL

Run: The Animals’la biten ilk yarıyı albümün kesinkes daha gürültülü ikinci yarısına bağlamaktan başka bir görevi olmadığını düşünüyorum. Albümün hiç şüphesiz en silik şarkısı.

Horrorscope: Aroyo’nun albümde seslendirdiği diğer şarkı. Zifiri karanlığıyla beni benden alsa da bir türlü alışamadım. Dinlemesi gerçekten biraz fazla zor. Yine de grubun hâlâ bu tarz sularda yüzmekten korkmadığını görmek sevindirici.

The Mountain: Aslında fena şarkı değil ama böyle bir albüm için fazla tekdüze. Albümdeki konumu sebebiyle de arada kaynamaya çok müsait.