RÖPORTAJ: DAMON & NAOMI

Geçmiş zaman efsanelerinden Galaxie 500‘ün içinden çıkmış Damon & Naomi‘yi Salon İKSV‘deki performansları öncesi İstanbul’da yakaladık. Kendilerine sorularımız oldu ama muhabbetleri içinde kaybolduk. Kaybolmaktan da hiç şikayetimiz olmadı.

Ahmet: Öncelikle temel bir soruyla başlayalım. Damon & Naomi nasıl bir araya geldi?

Naomi: Antik zamanlarda “Indie-Rock” çalan Galaxie 500’de müzik yapıyorduk. O zamanlarda daha böyle oluşumlar çok yeniydi dünyada. Bu tarz müzik yapan gruplar hep “Underground” gruplardı. Revaçta olan müzik bizim yaptığımızdan çok farklıydı. Zaten bu yüzden o zamanlar dinleyicimiz de yoktu. Tamamen kendimiz için yapıyorduk. Gerçekten sadece eğlence içindi. Öyle başladık ve hala da devam ediyoruz. Tabi grup dağıldıktan sonra müzik yapmaya ikili olarak devam ettik.

Ahmet: Bahsettiğiniz zamanlarda biz daha dünyada yoktuk.

Naomi: Tabi siz daha doğmamıştınız o zamanlar. Tabi farklı bir yüzyıldı, İnternet’ten önce. O zamanlar birbirimize kartpostallar yollardık. Tur zamanlarında çalacağımız mekanı nasıl bulacağımıza dair bilgiler yazılı haritalarla dolaşırdık.

Damon: Her zamanda kaybolurduk. Sonra da ankesörlü telefon arardık sokaklarda. Zor zamanlardı. Şimdi sanki tarih öncesi gibi geliyor. Ama o zamanların da değişik bir ruhu da vardı. 1960’larda başlayan Amerika’daki o devrim ruhu bizim çocukluk zamanlarımızda da çok etkiliydi. Müzik yapmaya başladığımızı zaman Indie müzik sahnesinin çok genç zamanları gibi hissetsek de bir yandan da sanki 1960’lar ruhunun sonu olarak da hissediyorduk. Hiçbir elektronik enstrüman yoktu. Hiçbir dijital kayıt yoktu. Ne sythseizer ne de klavye yaygındı. Çok az grup belki elektronik piyano kullanırdı. Gitar, bas gitar ve davul. Her yerdeydi. Şimdiler de yine bakıyorum. Yine başka bir sahne doğuyor.

Naomi: Analog’un devri kapandı gerçekten.

Damon: Evet, şimdiler de yeni gruplara bakıyorum ve kullandıkları enstrümanlar çok farklı. Bu farklılık müziğe bakış açılarını da değiştiriyor.

Naomi: Kendimize baktığımız zaman gerçekten farklı bir zamandan gelmiş gibi hissediyoruz bu günlerde.

Damon: Evet, bu yüzden Türkiye’ye geldik ve burada kendimizden de yaşlı olan şeyleri görmeye gideceğiz. Efes’e gideceğiz. (Gülüşmeler) Efes’i biliyorsunuz değil mi?

Ahmet: Tabi ki.

Damon: Konser sonrası kendimize izin yaptık ve Efes’i görmeye gideceğiz. Bakalım orada antik gitarlar, antik davullar bulabilecek miyiz? Kayalardan yapılma gerçek Rock (Kaya) müziği aramaya gidiyoruz. (Gülüşmeler)

Naomi: Soruya dönersek, aslında kısaca dinleyicilerle duygusal bir yakalamaya çalışan ve güzel müzik yapma gibi bir amacı olan iki insanız. Tabi yaş aldıkça daha da becerikli insanlar olduk. Şarkı yazma, diğer enstrümanlar derken ama duruşumuz hep aynı oldu. Sonuçta müziği gerçekten çok fazla seven insanlarız. Başkalarının yaptığı müzikleri de dinlemeyi çok seviyoruz. Biz de bu duyguyu başkaları için geçerli kılmaya çalışıyoruz.

Damon: Evet ruhumuzu hep korduk. Zaten koruyamasaydık hala müzik yapmaya devam eder miydik bilmiyorum. Fakat şeklimiz değişti tabi. O zamanlardan bugüne dinlediğimiz müzikler de değişti zaten. Dünyanın her yerinden farklı müzikler dinliyorum ve seviyorum artık. Mesela Türkiye’den Fikret Kızılok’u çok severim. Dün (geçtiğimiz hafta) Türkiye’de bir kaset dükkanına gittik. Adeta kaset cenneti gibiydi tabi kasetlerin üzerleri çok tozlu olması haricinde. Dükkan sahibi ise çok ince adamdı. Elimizi attığımız her kaseti kırıyorduk bu arada. Ona rağmen hiçbir şey demedi. Dükkanı keşfetmemiz de şöyle oldu. Yolda yürürken dükkandan gelen müziği duyduk. Öyle girdik içeri. Güzel müzik çekti bizi. İçeri girince adamla güzel muhabbetler ettik. Bize yandaki çay ocağından çay söyledi. Bunlar olurken biz sadece birkaç kaset alıyorduk. Sonuçta kilim falan almıyorduk. (Gülüşmeler) Yine kim olduğumuza geri dönersek. Çok güçlü bir duygunun peşinden koşmaya çalışıyoruz. Orhan Gencabay gibi bir sesim olmasa da aklımdaki şeyleri gerçek kılmaya uğraşıyorum. Türkiye konusu açılmışken, Kamuran Akkor’u tanıyor musunuz? Çılgın bir imajı ve sesi var. Berlin’de biliyorsunuz bir çok Türk var. Ve müzisyenler çoğu zaman bu Türk muhitlerinde kalmak isterler. Mekanlar da bu Türk mahallerindedir. David Bowie, Iggy Pop gibi isimlerde orada yaşamıştır. Biz de bir kaç sene önce orada kalıyorduk ve yemek aramak için dışarı çıkmıştık. Geç saatlerdi bir kebapçıya girdik ve müzik çalıyordu. Orada çalışanlar, hem de genç insanlardı, Kamuran Akkor dinliyorlardı. İsimi oradan aldım. Sonradan İstanbul’a geldiğim zaman müzik satan bir yerde sordum Kamuran Akkor’u ve biz de yok cevabı aldım. O zaman fark ettik ki Türkiye dışında bir yerde yaşadıkları için burayı daha geç takip ediyorlar.

Naomi: Tekrar soruya dönelim diyeceğim ama soru kayboldu.

Ahmet: Şikayetçi değiliz. (gülüşmeler)

Damon: Soru “Hangi arabesk müzik yapan şarkıcıları seviyorsunuz?” değil miydi?(gülüşmeler) Türkçe kayıtlar toplayan arkadaşlarımız var. Onlardan bulaştı bize de hep.

Ahmet: Başka kimleri dinliyorsunuz Türkiye’den?

Damon: Erkin Koray, 3 Hürel, Barış Manço, MFÖ. Daha da var ama isimleri hatırlamıyorum.

Ahmet: Peki etrafınızdaki her şeyin bu kadar değiştiğini anlattınız. Bu sırada müziğiniz nasıl değişti?

Naomi: Galaxie 500’de şarkıların sadece ritim bölümlerinden sorumluyduk. Damon davul ben de bas gitar çalardım ama biliyorum ki Damon evde gitar çalıp, şarkı yazıyordu.

Damon: Grup dağılınca ve iki kişi devam edince yine de zorlandık çünkü eğer iki kişiyseniz bütün müzik aletlerinin kayıtlarını almak hiç kolay olmuyor. Bu yüzden de ilk kayıtlarımız sadece ritim gitar ve bas gitar içeriyordu. Sonradan davul ve diğer enstrümanları ekliyorduk.

Naomi: Bir de şöyle bir şey var. Eğer biz şarkı söylemeyi tercih ettiysek ki öyle tercih ettik, şarkıların sadece ritim bölümlerinden sorumlu olmayacaktık. Sahne önü de bizdik artık. Galaxie 500’deyken söylediğim kısımlar çok çok azdı. Zaten şarkı söylemek konusunda da utangaçtım. Grupta da vokal ve gitaristimiz olduğundan arkada gibiydik. İkili olarak sahnenin önüne çıkmak zorundaydık. Önde olunca da rahat olmak zorundaydık. O rahatlığa yeni yeni erişiyoruz. Gerçekten zor oldu. Farklı bir kişiliğe bürünmek gibi yaşadıklarımız.

Damon: Bir yandan da ritim kısımlarına da bırakmak istemedik. Aklımızın bir köşesinde davul ve bas vardı hep. Kayıtlarda bas gitar ve davul çalmaya devam ettik ama dediğim gibi sadece stüdyoda. Canlı çalmak için bize birileri lazımdı ama ben şahsen hiçbir davulcuyu kolay kolay beğenmem. Zaten beğendiğim de üç beş davulcu var dünyada. Çok seçiciyim. Naomi’nin bas gitar çalışını tarzını da beğenirim ve bu tarzın da kaybolmasını istemedim. Onun için grupta biz bize kaldık. Tabi arada başka müzisyenlerle çalıştık. Üflemeliler olsun, çello gibi enstrümanlar olsun ama hiçbir zaman ritim bölümüne kimseyi karıştırtmadık.

Naomi: Performansa gelince göreceksiniz zaten. Sahne de Damon gitarıyla olacak. Gitar diyorum ama Damon’un gitar çalışı sanki davul çalıyormuş gibi.

Damon: Yani o da tahta ona da vuruyorsun. (gülüşmeler) Performanslarımızda sahnede görünmez bir ritim bölümü oluyor. Yani çalan biziz ama orada bas gitar ve davulumuzla olmayacağız.

Naomi: Bir de müziğe ilk başladığımızda, punk-rock sahnesinde sözler çok politik, çok siniriliydi. Ama underground’a baktığımız zamansa kimsenin şarkıların sözlerine ilgisi yoktu. Herkes grupların tınıları peşine düşerdi. Bir hikaye anlatıyor oluşunuz dinleyicilerin ilgisini çekmezdi. Yıllar geçtikçe müziğimizde şarkıların sözlerinin öne çıkmasına izin verdik. Grubun ilk yıllarında sözlerimiz gerçekten anlaması zor şeylerden oluşuyordu. Burada bir şey anlatmaya çalıştık mı biz bile bilmiyorduk. Şimdilerde ise sözlerimizde duygularımızı paylaşmaktan çekinmiyoruz.

Damon: Yani şimdi de anlaşılması biraz zor gibi ama duygularımız paylaşmaktan çekinmiyoruz şimdilerde.

Ahmet: Gelelim yarınki performansınıza. Yarın sahnede bizi ne bekliyor?

Damon: Sahnede Naomi’nin çektiği bir kısa film olacak. Fortune. 30 dakika, sessiz bir film. Son kaydı bu film için yaptık. Bizi de zorlayan bir deneyim oldu. Sözler açısından ekranla paralel gitmeye çalışırken aynısı olmamaya çalışmak zorlu bir süreçti. Zaten önce sözsüz olmasını istedik şarkıların ama sonradan şarkı söylemeyi çok seviyoruz ve şarkı söylemek bizim için önemli bir şey, onun için sözlü olması gerektiğini düşündük. Yine de sözler ne olacak sorusu hala orada duruyordu. Sahnelerin duygularını desteklesin istiyorduk ama sahnenin aynısı olmasını istemiyorduk. Onun için sözleri şu şekilde yazdık. Sürrealistlerin oynadığı bir oyunu oynadık. İsmi “Exquisite Corpse”. Şöyle ki öncelikle bir insan bir cümle ya da birkaç kelime yazıyor ama metnin son kelimesi hariç diğerlerini kapatarak bir sonraki yazacak insana uzatıyor. O insandan sadece son kelimeyi görerek metni devam ettiriyor. Oyun bu şekilde devam ediyor. Biz de bunu uyguladık söz yazımımızda. Naomi bir şeyler yazdı ve ben bu yazdıklarından son kelimesi hariç hiçbir şey göremiyordum. Sürrealist şairlerin o zamanlar sıkıldığı tek bir kişinin kaleminden çıkan şiirlerden sıkıldıkları gibi biz de tek bir kişini kaleminden çıkan sözlerden sıkıldık ve böyle bir şey deneyelim istedik.

Cemre: Görünüşe göre bayağı işe yarar da bir yöntem olmuş.

Damon: Evet böylece sahneler sırasında duyguyu aktarmanın yanında arkada başka fikirlerinde olduğunu seyirciye verebildik. Diğer kayıtlarda bu böyle değildi ama.

Naomi: Evet diğer kayıtlarda çoğu zaman söylediğimiz kısımların sözlerini söyleyen kişi yazıyordu. Ama film için şöyle de bir şey var. Filmin o yolculuk hissini taşıması için çaba harcadım. Bu arada filmden de bahsedeyim biraz. Filmin ana karakteri benim eski bir arkadaşım. Filmde onun babasıyla ilişkilerini ele aldım ama bir yandan da benim babamla ilişkilerimi de ele almış oldum. Zaten film de tamamen net değil, biraz anlaşılması zor olmasını da bizzat istedim. Çünkü önemli olan tam olarak orada olan değil onun seyirciye aktardığı duyguydu filmde.

Damon: Bu arada Naomi’nin arkadaşım dediği, filmimiz yıldızının adı Norman. Galaxie 500’deyken son albümüzün fotoğraflarını o çekmişti. O zamandan beri hala fotoğraflarımız çeker zaman zaman. Hatta Salon İKSV’nin kapısında asılan fotoğrafta onun. Film bir nevi Norman’ın hikayesi.

Ahmet: Filmin yönetmeni sendin, Naomi, peki yanında başkaları var mıydı filmin yapımında?

Naomi: Yok sadece ben vardım. Bir tek Norman kendi kostümlerini kendi yarattı. O konuda da çok üstüne düşündü ama. Bu şapkayı takmak istemiyorum. Tişörtümü değiştirmeliyim. Hep duyduğum şeylerdi.

Ahmet: Peki bundan sonra başka filmler çekmeyi düşünüyor musun?

Naomi: Bilemiyorum. Bu film biraz deneysel oldu benim için. Ama bir yandan klip çekmeye devam ediyorum ki biraz benzer işler bence. Şarkıyı dinleyip bu şarkının yanında nasıl görselle eşlik ederim hep düşündüğüm bir şey. Zaten bu fikirde ilk olarak canlı şovlarımız için görseller hazırlamalıyım diye ortaya çıktı. Biraz da Norman’ın hayatı biraz dramatik bir hayat ve ben onun resimlerini de çekmeye bayılıyordum. Bu resimler o kadar çok oldu ki Norman’ın hayatı fotoğraflardaydı. Biz de bunun için bir kayıt yapalım dedik. Tabi film için de ekstra işler vardı. Senaryo yazmak gibi, edit gibi. Edit yapmakta zorluk çekiyordum hatta. Onun için Nathaniel Dorsky’dan yardım istedim. İşlerini çok beğeniyordum. Bizim için efsane birisidir Nathaniel. Nazik bir insan olduğu için de kırmadı beni. O editlemeden önce film 1 saatti ve biraz da sıkıcıydı. Filmi izlerken sıkıntısı gözlerinden de okunuyordu. Filmin resmen yarısını çöpe attı ve film 30 dakika kaldı. Önce üzüldüm fakat sonradan kabul ettim doğrusunu yaptığına. O editledikten sonra da bir daha dokunmadım. Son noktayı o koymuş oldu. Sonrasında da kaydı yaptık.

Damon: O son noktaya göre kaydı yapmak da bizi bayağı yordu. Kısa bir kayıttı ama gerçekten de zorlandığımız anlar oldu. Yine de çok keyif aldık.

Ahmet: Peki Fortune kaydından sonra çalmaya devam edecek misiniz yarın akşam?

Naomi: Zaman varsa evet.

Ahmet: Şimdiye kadar bu performansı nerelerde sergilediniz?

Damon: Londra, Montreal, New York, Boston, İngiltere’de birkaç yerde. Yaza doğru da Seattle’a geçeceğiz.

Ahmet: Peki gittiğiniz yerlere göre değişiyor mu bu performans?

Damon: Şarkılar ve film değişmiyor tabi de. Çaldığımız yerlere göre film ile şarkıların etkileşimi değişiyor. Bazen ekran arkamızda kalıyor, bazen önümüze geçiyor. Bazen de üstümüze çıkıyor. Bazen film sadece konserimize eslik eden bir görüntü gibi oluyorken bazen film o kadar ön planda ve biz o kadar karanlıkta kalıyoruz ki yanımızda küçük el fenerleri taşımaya başladık. Bu çeşitlilik de etkileşimi gerçekten etkiliyor

Ahmet: İstanbul’da ekranı nerede göreceğiz?

Damon: Biz de daha bilmiyoruz.

Naomi: Hep birlikte göreceğiz.

Cemre:Bir süredir turdasınız, art arda bu kadar konser veriyor olmak size nasıl hissettiriyor?

Damon: Açıkçası biz turne yapmaktan çok hoşlanmıyoruz, bir yerden sonra her şey o kadar aynı geliyor ki nerede olduğumuzu bile ayırt edemiyoruz, bizce bu hoş değil.

Cemre: Konserlerinizden özellikle aklınızda kalan bir anınız var mı?

Damon: Bir kez Kore’de konserdeyken elektrikler kesildi ve herkes sanki önceden anlaşmış gibi telefonlarının ışığıyla bize yardımcı oldular. Gerçekten çok hoştu.

Cemre: Yayıneviniz var bir de. Bakıldığı zaman müzikten ayrı bir konu, bu fikir nasıl gelişti?

Naomi: Henüz Galaxy 500’dayken ve okuyorken Damon’la sürrealizme merak saldık. Şu an komik gelebilir ama tabii o zamanlar internet bu kadar yaygın olmadığı için merak ettiğimiz kitaplara ulaşmak çok zordu. Diğer müzisyen arkadaşlarımız kendi işlerini kendileri yapmak zorunda kaldıkları için küçük kayıt şirketleri kurarken bizim hiç öyle bir planımız olmadı, mesela K Records bunlardan biriydi, böyle bir ilgimiz varken biz de nadir bulunan kitapları büyük şirketlerden alıp çoğaltarak ulaşılabilir hâle getirmeye karar verdik. Bu sadece paylaşmak amacıyla yaptığımız bir projeydi.

Damon: Şu an kendimize ait bir kayıt şirketimiz de var, genel olarak kendi müziğimizle ilgili olsa da farklı projelerimiz de var. Mesela, Türkiye’den Japonya’ya, Asya’dan dilleri ve kültürleri farklı olsa da müziklerinde aynı ruhu hissettiğimiz biri Fikret Kızılok olmak üzere 4 sanatçının eserlerinden oluşan bir derleme yaptık. Aynı şekilde İspanya için de internet sitemizden ulaşabileceğiniz bir derlememiz var. Bu da sadece paylaşmak amacıyla yaptığımız bir şeydi.

Ahmet: Bir kayıt şirketi sahibi olarak, size de şuan revaçta olan bir soruyu soralım, sizce müzik internet üzerinden herkes tarafından ulaşılabilir olmalı mı?

Damon: Elbette, biz müziğimizin ulaşılabilir olmasını kesinlikle destekliyoruz. Hatta bununla ilgili Pitchfork’a birkaç makale yazmıştım.

Naomi: Doğruyu söylemek gerekirse Damon streaming servislerini oldukça sık ve severek kullanıyor.(Gülüşmeler)

Damon: Evet, ama çok adaletli olduğunu düşünmüyorum. Müzisyenlerin eline gerçekten çok az para geçiyor. Mesela diyelim ki şarkılarımız 7000 kez dinlendi, Naomi ve bana 7’şer cent düşüyor. Bizim bu paraya ihtiyacımız yok. O zaman niye müziği tamamen bedava yapmıyoruz? Dediğim gibi Pitchfork aracılığıyla böyle bir öneride bulundum. Aynı zamanda Bandcamp de kullanıyoruz, buradan ücretsiz olarak bütün kayıtlarımız dinlenebiliyor. Ancak indirme yapılıyorsa ödeme talep ediliyor. Bence gayet adaletli, zaten kimse indirmiyor. (Gülüşmeler) Ben de bedava olanı tercih ederdim açıkçası. Gerçekten çok fazla kaset, plak gibi şeyler aracılığıyla müzik satın alıyor olsam da, aradığım şey internette olunca böyle bir ihtiyaç hissetmiyorum. Su gibi, sanki şişelenmişse satın alınabilir ama musluktan akan bedava olmalı. Bir yandan doğru gibi ama bir yandan da oldukça garip ve yanlış bir benzetme.

Ahmet, Cemre: Bu keyifli sohbet için gerçekten çok teşekkür ederiz.

Muhabbete o kadar dalmışız ki birlikte fotoğraf çekilmeyi unutmuşuz. Bu fırsat için biz de yarın akşamı bekliyoruz.