SAYGI DURUŞU: THE OTHER PEOPLE PLACE

Drexciya‘nın bir yarısı olarak 2001’de tek bir albümle elektronik müziğin en büyük klasiklerinden birine imza attıktan sonra aradan daha bir yıl geçmeden vefat eden James Stinson yani The Other People Place için saygı duruşundayız.

Lifestyles of the Laptop Café ilk çıktığında bazı müzik dergileri tarafından basit, sönük, yavan gibi sıfatlarla eleştirilmişti ve Warp‘ın efsanevi kataloğu arasında pek de dikkat çekmemişti. Stinson bugünleri görebilseydi keşke; çünkü sınırlı sayıdaki kopyaları on binlerce dolara satılan albümün değeri ancak birkaç yıl sonra anlaşılabildi. Hayranlarının başlattığı kampanya sayesinde Warp tarafından birkaç ay önce yeniden basılıp satışa da sürülen Lifestyles of the Laptop Café, artık elektronik müzik aleminde kült statüsünde.

“Elektronik müziğe giriş” kıvamındaki albüm, özünde inanılmaz kolay dinlenen, su gibi, gösterişten uzak bir albüm. Albümün esas coolluğu da bu sadeliğinden, büyük konuşmamasından geliyor aslında. Melodiler çoğunlukla çok sade ve temiz, şarkılar (belki tek bir istisna hariç) tam şöyle güneşli, hafif rüzgarlı bir bahar gününde çimlere uzanıp dinlemelik ve hepsi de akıp gidiyor. İlla bir janr ile sınıflandıracaksak “downtempo ile techno’nun bir buluşması” olan albüm, sanıyorum ki tarihin en doğal ve en romantik elektronik müzik albümlerinden biri aynı zamanda. Şarkı isimlerinin romantikliğini geçiyorum, çoğu şarkının tekrar eden yalnızca bir ya da birkaç cümleyle adeta bir şiire dönüşmesinin sırrı nedir hala çözebilmiş değilim. You Said You Want Me dinleyip hüzünlenmemek, Running From Love‘ın robotik sesleri arasına karışan piyano tınılarına hayran olmamak elde değil. Ve pek tabi albümün dans pistine çağıran göz bebeği, yukarıda bahsettiğim istisna Let Me Be Me var. Şarkı “Detroit techno 101” olmasının yanı sıra neredeyse sekiz dakika boyunca devam eden, kollara dövme olarak kazınası “let me be what I want to be” yakarışıyla (yoksa bir emir mi bu?) o kadar fazla şey anlatmayı, o kadar içe dokunmayı başarıyor ki. Şahsen benim dünya üzerinde en çok sevdiğim şarkılardan biri kendisi.

Tüm bunların arkasında zaten şarkılarda da sonuna kadar hissettiğiniz bir çatışma hakim: Doğal/yapay. Evet belki klişe bir konsept ama albüm bu ayrımı o kadar başarılı yansıtıyor ki. 808’lere ve techno beat’lerine karışan doğal sesler ve enstrümanlar, gayet insani yakarışlarda bulunan robot sesleri, şarkıların o sade melodilerle kompleksleşebilmesi ve sizi bin türlü duyguya sürükleyebilmesi (Bkz: albümün bir diğer zirve noktası olan Moonlight Rendezvous) ve tabi ki albümün kapağı. Stinson 2001’de albümü yaptığında ilhamlarından biri Starbucks’ta laptoplarına gömülmüş insanlar ve giderek yapaylaşan insan ilişkileriydi. Bunu albümün isminin yanı sıra açılış şarkısı Eye Contact‘te oldukça başarılı bir biçimde yansıtmış. E aradan geçen yaklaşık 16 yılda durumun iyiye gittiğini söylemek zor tabi. Stinson belki de üçüncü dalga kahvecilerini görüp bize klasik bir albüm daha armağan edebilirdi, ama ömrü yetmedi. Albümü Sunrays isimli iyimserlik ve huzur abidesi şarkıyla “Relax your mind, slowly unwind” sözleri arasında kapatırken insan “az önce nasıl bir albüm dinledim ben?” demeden edemiyor. Birkaç dinlemenin ardından asla kopamadığınız ve dinledikçe güzel zamanlara ışınlandığınız bir klasiğe dönüşüyor Lifestyles of the Laptop Café. Sizi bilemem ama beni derinden etkileyen ve müziğin gücüne inandıran sayılı birkaç albümden biri.