THE ”EDA DEMİR” SHOW

Sofar Sounds’a İstanbul şubesi açarak uzun zamandır yana döne aradığımız taze kanı evlerimize getiren Eda Demir ile uzun uzadıya ve en keyiflisinden sohbet ettik. No Land’i de konuştuk, SXSW macerasına da kulak verdik, müziğe dair yapılanları da yorumladık, yepyeni projelerin haberlerini de kaptık. Hatta bir tane var ki -röportajda sizleri bekliyor- Sofar heyecanını yükseklerde tutuyor.

O zaman, sözü röportaja bırakıyoruz.

Keyifle:

Eda Demir Facebook

Eda Demir Twitter

Eda Demir Instagram

Sofar Sounds İstanbul Facebook 

Sofar Sounds İstanbul Twitter

Buse: Aynı anda bir çok işle ilgilendiğini biliyorum. Seni ve Sofar’ı tanımakla başlamayı çok isterim.

Eda: Tabi. Eda ben… (gülüşmeler). Bursa’da büyüdüm, orada okudum. Gözde benim liseden çok yakın arkadaşım ve Sofar’ı Gözde ile birlikte yapıyoruz. Liseden sonra İstanbul’da reklamcılık okudum. Reklamcılıktan sonra ajanslarda işe başladım. Reklam yazarlığı derken dijital reklamcılık yükseldi. Ben de o alana yöneldim. Biraz ajanslarda çalıştıktan sonra Amerika’ya gittim. Amerika’da da Berklee’de Music Business okudum, müzik ve eğlence sektörüyle pazarlamanın, dijital pazarlamanın kesiştiği yeri irdeleyen bir bölümdü. Sonra Türkiye’ye döndüm. Music Business ile ilgili bir iş alanı olmadığı için tekrar reklamcılığa geri dönmem gerekti.

Ahmet: Evet, burada öyle bir alan olmamasına rağmen neden gittin?

Eda: Amerika’ya zaten gitmiştim. Orada o bölüm karşıma çıktı. Öyle idealist bir düşünceyle gitmedim. Türkiye’ye dönerim de burada öyle bir şeyler yaparım diye de okumadım. Tamamen kendim gönülden sevdiğim için okudum aslında ama hayat öyle bir şey ki şimdilerde gerçekten de onunla ilgili bir şeyler yapmaya başladım plansız bir şekilde. Sofar’a gelince dünyadaki trendleri tespit edip markalara danışmanlık yaptığım bir işte çalışırken Sofar’ı keşfettim. Onunla ilgili makale yazdım. İçimden de ne kadar güzel de bir şey diye geçiriyordum tabi: ”Keşke Türkiye’de de, İstanbul’da da olsa ama işim başımdan aşkın.” Aklımdan geçti öyle bir fikir. Sonra yaptığım haberi sosyal medyada paylaşınca arkadaşım bana mesaj attı; “Aaa Sofar’ı yazmışsın, Sofar’ı Londra’da yapanlar benim ev arkadaşlarım.” Ben de buraya getirmek istediğimi söyleyince beni arkadaşlarlıya tanıştırdı ve birbirini takip eden tanışma süreci sonunda en son direktörle tanıştım. Gezi döneminden tam önceydi bu tanışmalar.

1425579_571786429568572_1958312305_n

Ahmet: Sizinle görüşmek için İstanbul’a geldiler mi?

Eda: Sofar başladıktan sonra geldiler. ”Yapar mısın, yapamaz mısın? Kimsin, background’un ne? Ne kadar yapabilirsin? Sofar’ın gerekliliklerinden ne kadarı sen de var?…” gibi sorular geldi. Skype’ta görüşmeler yapıldı. Direktörü Rafe Offer ile görüştüm. Onlar bana tamam dedi ama gezi girdi araya ve zaten yapamayacaktık gezi döneminde. Sonra bir ekip kurmam gerekti. Ben de Gözde’ye bahsettim. O da eskinden Pozitif Müzik’te çalışıyordu. 2013 Aralık’ta biz ilk Sofar’ı yaptık.

Buse: Şuanda ilgilendiğin başka işler de var, değil mi?

Eda: Evet, bir de Twitter Türkiye operasyonu için çalışıyorum Genart’ta, Türkiye pazarındaki markalara Twitter’ın nasıl kullanıldığı ve Twitter’da reklam modellerinin nasıl kullanıldığı üzerine. Ve pazarlama aracı olarak Twitter’ı nasıl kullanabilirim konusunda danışmanlık verirken, reklam satışı yapıyoruz.

Buse: Bir de  No Land var. Sanırım yeni bir proje.

Eda: No Land benim Sofar sayesinde keşfettiğim bir grup. Sofar’da çaldıktan sonra onları çok sevdik. Bir süreç başladı ve ardından Salon IKSV ile Küçükçiftlik Park’ta çalmalarına aracı olmaya çalıştım nacizane. Bu süreçte de biz arkadaş olduk tabii, benden menajerleri olmamı rica ettiler, ben bu işin uzmanı değilim ama onları desteklemek en çok istediğim şey. Şimdi Dilan Bozyel ile fotoğraf çekimleri olacak. Bir de Ali Demirel var, onunla bir video çekeceğiz. No Land devam ediyor. Bir de Start-up var, Chicago merkezli bir instagram projesi.

Ahmet: O nasıl bir şey?

Eda: İsmi Popular Pays. Chicago seyahatimde kafayı taktık bundan 1 yıl önce ve geçtiğimiz ay sonunda anlaştık, Amerika’nın hip şehirlerinden sonra ilk kez İstanbul’da kullanılıyor olacak. Social currency kavramına inanıyor ve Instagram’daki takipçilerinizi para birimine dönüştürüyor. Çok özetle anlatmak gerekirse diyelim ki 500’den fazla takipçiniz var, bununla İstanbul’un en iyi mekanlarından birinde ücret ödemeden güzel bir kahve içebilirsiniz ya da 3000 takipçiniz varsa bir deneyimi ücretsiz yaşayabilirsiniz. Daha fazla detay vermemeyim, Apple Store’dan Popular Pays’i indirin 🙂

Buse: Bu sene araya bir de SXSW konuşması sıkıştırdın? O nasıl gelişti? O proje nasıl oldu?

Eda: SXSW dijital, müzik ve sinema alanlarında dünyanın en önemli konferans serisi aslında. Toplamda 12 gün boyunca, Austin’de bütün şehir böyle SXSW dünyası gibi bir alana dönüşüyor. Dünyanın her yerinden de dijital pazarlamacılar, yönetmenler, müzisyenler, reklamcılar önündeki bir yıl boyunca dünyayı hangi trendleri yönlendireceğine dair öngörüler alabilmek için oraya gidiyor. Biz bundan önceki yıl da katılıp oradaki bütün konferanslara katılıp özetlerini yazıp Türkiye’ye SXSW’yi anlatıp trendleri tespit edip, bir sonraki yıl neler konuşulacağına dair ipuçları çıkarmaya çalışıyorduk. Bu yıl da basın olarak gidecektik ama bir oturuma başvursak diye bir hayal kurduk. Sonuçta başvuruldu ama tabi alengirli bir başvuru süreci var. Konumuzda Gezi direnişi döneminde sosyal medyanın özellikle de Twitter’ın insanları nasıl bir araya getirip direnişi daha da büyük kitlelere yaydığına dairdi. Açıkçası çok ümitli başvurmadık çünkü oradaki konuşmacılar o yıl dünyanın en önemli, en hip girişimi neyse onun CEO’su seviyesinde oluyor.

Ahmet: Ama sonuçta tezi olan insanlara da şans veriyorlardır?

Eda: Tabi tabi. Aynen öyle. Başvurduk ama çok da umudum yoktu açıkçası. Hiçbir zaman SXSW’te konuşmacı olabileceğimi düşünmedim yani. Üç dört tane aşamadan geçiyorsun. Önce eliyorlar, sonra halk oylamasına sunuyorlar sonra tekrar eliyorlar sonra başka bir jüri eliyor, biz hepsini geçtik ve konuşmacı olduk. Güzeldi, belki hayatım boyunca bir daha başıma gelemeyecek bir olay, hayal edemeyeceğim bir deneyimdi. 27 yaşındaydım o zaman, belki kariyerim boyunca katılmanın bile hayalini kuracağım bir konferansta konuşmacı oldum. Başka bir dilde ve de çok hassas bir konuyu anlatıyorsunuz ve anlattığınız şey, evet biraz Twitter tarafından bakmak ama sonuçta gezi direnişinde insanların ne durumda olduğunu anlatıyorsunuz. Bayağı çalıştık ettik. Tabi hiçbir işe yaramıyor oraya çıktığın anda her şey resetleniyor. Çok güzeldi, dünya basını ilgi gösterdi, röportajlar yaptılar. Yayınladılar. Çok güzel bir deneyimdi benim için.

Buse: Aslında Sofar’a dönüp piyasa hakkında soru sormak istiyorum. Piyasanın bu kadar içindesin ister istemez. Ne düşünüyorsun? Sonuçta yeni gelen grupları en yakın ilk sen görüyorsun.

Ahmet: Mesela Sofar için gönderilen her kaydı dinliyor musun?

Eda: Tabi canım. Dinlemeden olmaz. Birincisi saygı için, ikincisi kendimiz için, benim o grubu/ müzisyeni keşfetmem için dinlemem gerek.

Ahmet: Hani sen değil de başka birisi var mı o işle ilgilenen?

Eda: Gözde var. Ben her konuda biraz takıntılıyım. Aramızda uzmanlıklarımıza göre bir iş dağılımı var, pazarlama ve sosyal medya tarafı bende olduğu içi insanlara tek tek kendim cevap veriyorum. Bu ay konsere 1650 kişi başvurdu. Her maili tek tek cevaplıyorum soru olarak gelen konser başvuruları haricinde. Seviyoruz ama Sofar’la ilgili her şeyi. Aslında ben hiç piyasanın içinden değilim. Tamamen başka bir sektördeyim. Ama Sofar’la birlikte olmayan bir piyasayı yaratmış ve içine düşmüş olduk. Bağımsız müzisyenlerin hepsi kendi kendine müzik yapıp sesini duyurmaya çalışıyordu. Bir yere kadar başarılı olabiliyorlar çünkü arkalarında bir sponsor yok. Stüdyoya girip kaydedecek bütçeleri her zaman olmayabiliyor. Soundcloud’a yükleyip insanların onları keşfetmesini bekliyorlar.

Video klip imkanı herbirinde yok. Albüm yapmak kimilerinden zaten tamamen uzak. Sofar’ın aslında dünyadaki derdi yerel müzisyenleri keşfedip onların sesini dünyaya duyurmak çünkü bu bir global hareket olduğu için ve eninde sonunda dünyadaki bütün videoları Sofar’ın global sayfasında yüklendiği için sen gidip başka bir ülkedeki müzisyeni de keşfetmiş oluyorsun. Türkiye’de de kendi kendine bir misyon oluşturmuş oldu ki ben onu seviyorum. Biz de mümkün olduğunca zaten tanınan insanları değil de hiç tanınmayan insanları keşfetmeye çalışıyoruz. Zaman geçtikçe öyle bir şeye evrildi. Aslında bizim tanınan insanları Sofar’a çıkarmamız daha iyi olur çünkü videosu daha çok izlenir, daha çok yayılır vesaire ama bizim derdimiz orada gerçekten iyi müziği keşfedip ona destek olmak. Başka hiç bir derdimiz yok. Çünkü ister istemez Sofar’ın bir kitlesi oluştu ve insanlar o müzisyenleri keşfediyorlar, takip etmeye başlıyorlar. Biz de paylaşıyoruz başka şarkılarını. Piyasa kötü. Türkiye’de alternatif müziği bir yıla kadar neredeyse hiçkimse desteklemiyordu. Şimdi mesela bir sürü proje çıktı.

Ahmet: Popüler oldu alternatif müzik? 2-3 sene önce hiçbir şey yoktu ama şimdi Red Bull alıyor bir yerlere götürüyor.Başka başka projeler ortaya çıkıyor bugünlerde.

Eda: Evet, kimi projeler birden müzisyenleri sahiplenmeye başladılar. Güzel oldu, müzisyenlerin faydasına oluyor tabi.

Şöyle bir şey var Sofar’da çalan bütün müzisyenlerin başka işleri var. Başka türlü müzik yapmaları mümkün değil. Para kazanamıyorlar çünkü müzikten. Genellikle akademisyen gibi kendi zamanını yönetebilen, gecelere kadar çalışmayıp müzik yapmak için kendi grubuyla da prova ayarlamaya zaman ayırabilen insanlar. Sofar hakkında biraz alternatif müzik piyasasında bir kültür oluşturdu diye duyuyoruz etrafta. Onu duymak beni mutlu ediyor. Kalkıp hiç müzik yapmamış insanlar, Sofar’ı duyup ”Aslında ben müzik yapıyorum; ben de kaydedip size yollayayım.” şeklinde motive olabiliyorlar. Bunlar bizi mutlu ediyor.

Buse: Bir de samimi bir çerçevede oluşturuyorsunuz yaptıklarınızı. Tepeden bakma değil. Herkese ulaşarak ve belli bir kitleye bağlı olmaksızın. Hep birlikte Sofar dinliyoruz, müzik yapıyoruz gibi bir kafaya da geldi. Aranılan kan gibi bir şeymiş Sofar.

Eda: Teşekkürler gerçekten. Aslında Sofar’ın iki ayağı var. Bir yanda gerçek bir konser var bir yanda da çekilen videolar. Bu durum bir müzisyeni alıp stüdyoya götürüp kameraya çekmek değil. Gerçek bir organizasyon sonucu doğuyor Sofar gün içerisinde. Yani konserin gerçekleştiği gün bir değer ve konserin video çekimleri/kayıtların varlığı ayrı bir değer. O yüzden konsere gelemeyen insan videoları izleyip Sofar’ı sahiplenebiliyor. Tek bir dezavantajı var: Evler küçük olduğu için insanların hepsini ağırlayamıyoruz. İnsanlar gün geçtikçe bize kızmaya başlıyor.

Buse: Buradaki dairelerin çoğu zaten apartman içine konumlanıyor. Yurtdışındaki gibi büyük evler bulman çok zor.

Eda: O algıyı kırabilmek için bir kere stüdyoda yaptık Sofar’ı. 200 kişilikti ve dolayısıyla çok daha fazla insan katıldı. Ama canımızdan bezdik. 40 kişi davetli ile 200 kişi aynı şey değil. Bu yüzden bir festival yapacağız. Sofar + isimli. Sadece Londra ve Brezilya’da yapıldı. Festivalde daha çok insan olacak tabii ki. Evde yapılanla festival kapsamında yapılan aynı olmayacak. Bir de tabi ki diğer festivallerden farklı olacak. Sofar’ı Sofar yapan sıcak bir ortamda olması ve son güne kadar konserin nerede olacağının ve kimin çalacağının bilinmemesi. Festivali de öyle olacak.

”BU YÜZDEN BİR FESTİVAL YAPACAĞIZ.”

Ahmet: Asıl heyecan şimdi başlıyor. Peki sen hiç Sofar dinleyicisi oldun mu?

Eda: Chicago ve New York’ta katıldım. Dinleyici olma şansını orada yakalayabildim ve başka bir deneyimdi. O gün kalkıyorsun, adrese bakıyorsun ve o adresi bulmaya çalışıyorsun. Evi bulduğunda hiç tanımadığın bir ortama giriyorsun. Konser gibi de değil, dip dibe oturuyorsun sonuçta. Grupların kim olduğuna dair bir fikrin yok. Konuşmak yasak vs.. Güzel bir deneyim. Yine dinleyici olarak katılmayı isterdim, burada dinlemeye pek vaktim olmuyor.

Ahmet: Yasak kuralları İstanbul’da da geçerli değil mi?

Eda: Tabi. Yemek yemek, konuşmak, ayakta dolaşmak ve cep telefonuyla ilginlenmek yasak. Esas olan müziği dinlemek.

Ahmet: Zaten Sofar’a gelen o kitle de gerçekten müzik dinlemek için oraya geliyor.

Eda: İlk konserden beri herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Sanki herkes o anı bekliyormuş gibi kuralları bozmadan Sofar’daki yerini alıyor.

Buse: Yakın zamana kadar özellikle akustik konserlerde en büyük sorun, insanların kendi arasında konuşmasıydı. Konserlerde konuşmama çabası açısından da önemli.

Eda: Bazen o konser bir dinleyici için çok özel bir an olabilir. Ve yanındaki insan sürekli konuştuğu için o deneyimi mahvedebilir. Çok ilginç bir durum ama ben başkasının hakkını yemek gibi görüyorum. Sofar’ın kuralları da aynı düşünceyle çıkmış zaten. Kurucuları bir gün Londra’da bir bara gitmişler ve müzik dinlemek istemişler. Bakmışlar herkes konuşuyor, çarpıyor, dolanıyor vs… derken başka bir oluşum yoluna gitmişler.

Buse: Ve bugünlere, İstanbullara kadar gelmiş, iyi ki gelmiş.

Eda: Evet, bu ay onbirincisi yapılacak.

Buse: Peki aslında biraz konuştuk ama yine de sormak istiyorum. Konserleri ya da festivalleri tatmin edici buluyor musun?

Eda: Türkiye festivaller veya konserler konusunda artık iyi durumda görünüyor. Stadyum konseri meraklısı insanlar için 1 yıl içerisinde Lady Gaga, Justin Timberlake gibi isimlerin İstanbul’a gelmesi tatmin edici görünüyor. Salon IKSV benim favori konser mekanım. Totale baktığımda keyifli görünüyor; şöyle düşünüyorum, en sevdiğim grupların üçü de 1 yıl içerisinde İstanbul’a geldi. Bu açıdan güzel ancak biraz da Türkiye’nin bağımsız müzisyenlere destek vermesi, mekanların Türk gruplara maddi anlamda destek çıkması gerekiyor. Çünkü o insanların müzik yapabilmesi için para kazanması gerekiyor. Keyif almaları bir yana üretimde hiç birşeye yetişemiyorlar.

Buse: Evet, konuştuğumuz gruplardan da aynılarını duyuyoruz. Dinleyici ve/veya blogger olarak bizim de destek çıkmamız gerekiyor bir yandan. Blogger demişken Türkiye’de müzik yazarlığı hakkında ne düşünüyorsun?

Eda: Gerçekten müzisyeni dinleyip desteklemek ya da kritik etmek adına sesini çok duyuran Mehmet Tez gibi herkesin ulaşıp okuyabileceği isimlerin müziğe destek olmak adına bir şey yaptığını düşünmüyorum. Sadece müziğin magazin kısmından yararlanıp hiç bir şey keşfetmeden yayın yapıyorlar. Bu da yeni neslin ya da farklı şehirlerdeki gençlerin önünü tıkıyor. Ben Bursa’da büyüdüm ve Bursa’ya bir grup gelsin ya da müzik yapılsın diye deli gibi beklerdik. Anadolu’da bir şehirde müzik tutkunu olmak nedir çok iyi biliyorum. Tabi şimdi internet ve bloglar var ama bu da kritik konusunda yeterli kalmıyor. Ana kitleye hitap eden yazar da kendi arkadaş çevresini destekliyor. Bloglar hiçbir çıkarları olmadan özveriyle iş üretiyorlar; sizin gibi. Dediğim gibi dinleyiciye ulaşmada problem var ama hareket de var. Bu noktada Red Bull gibi hem parası olup hem de pazarlama planında alternatif müziği destekleme kararı almış markaların biraz daha cesur olup müzisyene yardımcı olmaları gerekiyor.

Ahmet: Sofar bir yandan video boşluğunu da dolduruyor. Çoğu grubun konser ya da canlı performans videosu olmuyor. Ve zaten telefonla çekilmiş bir video izlenmiyor.

Eda: En çok özen gösterdiğimiz şey de Sofar’ın videoları. Videoları güzel olsun ki video sahibi grubun yayabileceği, kendini gösterebileceği, müziğini anlatabileceği bir çalışma olsun. Video yayınlamak kolay görünüyor ancak arka planda ‘’Video nasıl olsun, hangi şarkıya video çekilsin, hangi şarkıya video yapılsa dinlenir, vurgu nasıl olsun, videoyu izleyen bir kişi izlediği ilk anda ne şekilde etkilenir ve dinlemeye devam eder…?’’ gibi soruların cevabını tek seferde vermek, doğruya bir anda karar vermek kolay değil. şimdiye kadar 30 tane grup çıktı Sofar’da ve hepsiyle teker teker ilgilendik.

Ahmet: Bu ‘’hız’’dan korkuyor musunuz? Mesela bizde haberi ilk gün hatta ilk dakika giremediysen bir daha giremiyorsun. Değeri kayboluyor.

Eda: Aynen. Hız Sofar açısından şu anlamda korkutuyor: Sofar büyüdükçe insanların gözündeki algı da büyüyor. Sanki büyük bir şirket ve büyük bir oluşum ve her şeyi yapabilen bir ordu var arkasında gibi düşünülüyor.

Ahmet: Ama öyle hissettiriyor. Dışarıdan baktığında her şey profesyonel olarak ilerliyor. Arka planda 1-2 kişi olacağını tahmin etmezdim. Bayağı kalabalık bir grup var diye düşünüyordum.

Buse: Bir de kısa bir zamanda bilinir hale geldi.

Eda: Beni korkutan şey algıdan dolayı beklentinin çok artması. Çok çalışıyoruz, çok koşturuyoruz ama herşeyi halletmeye çalışıyoruz. İyi niyetle hareket ettiğin zaman hepsi halloluyor.

Buse: Sofar Festival haberini aldık ama yine de merak ediyorum başka yeni projelerin var mı?

Eda: Yeni projelerim var. Sofar Festival dışında bağımsız müzisyenlerle yeni bir şeyler yapabilirim. Onun kapsamı henüz belli değil.

Ahmet: Bir adanmışlık var bağımsız müzik üzerine.

Eda: Var tabi ki. Sponsor olmak isteyen çok şirket var ancak Sofar’ın yapıldığı ev sonuçta bir ev, küçük bir ortam ve çok samimi, sıcak bir ortam. Bir markayı onun içine sokmak kolay bir karar değil çünkü markanın o deneyimin önüne geçmemesi gerekiyor. İnsanları rahatsız etmemeli bu durum.

Ahmet: Yurtdışında sponsorluk örnekleri var mı?

Eda: Heineken, Amerika’da sponsor. Yerel bir bira markası Brezilya ‘da sponsor. Londra’da da GAP sponsor. Londra’da zaten Sofar’ın pazarlama departmanı var. Ama Türkiye’de zor bir konu. Sponsor alınır, para kazanırsın, yardımcılar para kazanabilir ancak para için de Sofar’ın tüm imajını riske atamazsın. Üzerine düşünmek gerekiyor. Zamanım olursa Sofar’ın Tumblr hesabını açacağım. Açacak biri olsa onunla destekleşebilirim ama onu arayacak vaktim bile yok. Blog açmamın sebebi de hem tüm videolar aynı yerde olmuş olacak, hem teknik ekipteki insanları yeterince destekleyemiyoruz. Onlar da deli gibi çalışıyorlar. Üniversite öğrencisi çok yetenekli insanlar. Görüntü ekibi çok yetenekli, ses ekibi çok yetenekli. Teşekkür edebilmek için hepsinin isimlerinin kayıt olduğu bir yer olsun istiyorum. O yüzden bir tumblr hesabı açıp her videonun altında videonun kim tarafından çekildiği, editini kimin yaptığı gibi bilgileri yazmayı/düzenlemeyi düşünüyoruz.