You’re the truth, not I…

Türkiye’ye beşinci defa gelen ve benim de 2009 yazında Kuruçeşme Arena’daki konserden sonra ikinci konserim için Vodafone İstanbul Calling dahilinde, Placebo ile beraber Parkorman‘daki yerimi bir önceki konserime göre geç aldım. Geç aldım diyorum çünkü bir önceki konser için sabah saat 11 gibi konser mekanı önünde yerimi almıştım. Hatta konserin bir gün ertelenmesi sonucunda bu erkenden bekleme olayı iki güne yayılmıştı.

Öncelikle, ön grup olarak sahneye çıkan The Veils hakkında bir kaç söz etmek istiyorum. Konser öncesi grubun sadece bir kaç şarkısını biliyordum yani iyi bir The Veils dinleyicisi değilim. Yine de canlı performanslarını dikkate alarak grubun Parkorman gibi bir açık alanda Placebo konseri öncesi dikkati sahneye çekme konusunda sıkıntı yaşadığını söyleyebilirim. Alana sadece Placebo dinlemeye gelmiş izleyiciler için sorun teşkil etmese de özellikle The Veils dinlemeye gelen arkadaşımla kapalı ve küçük bir mekanda azimle grubu dinlemeye gelenler arasında grubun etkileyiciliğinin kat be kat artacağı konusunda hemfikir olduk.

Yine de grubun bildiğim ve sevdiğim az sayıda şarkısından Sit Down by The Fire‘ı canlı dinlemek güzeldi. Konser sonrası The Veils‘e daha çok dikkat kesileceğim. Umarım yolumuz bir gün İstanbul’un küçük ve samimi sahnelerinde bir daha kesişir.
Grubun konserde çaldığı şarkılar; Train With No Name – Calliope! – Turn from the Rain – Birds – Not Yet – Vicious Traditions – The Pearl – Sign of Your Love – Sit Down by the Fire – The Valley of New Orleans – Through the Deep, Dark, Wood – Nux Vomica


Placebo‘ya geri dönersek; bir grubu çok seviyorsanız, grubun konserini en önden ve grubu çok seven diğer insanlarla beraber izlemek dünyanın en güzel olayı. Bunu özellikle Cuma akşamı konseri en önden ve grubu çok da sevmeyen insanların arasında izleyince daha iyi anladım. Neyse ki şarkılar, içinde kaybolmak için büyük olanaklar sunuyor.

Konserlerinde intro olarak kullandıkları Pure Morning ile Sigur Ros’un Svefn-g-englar şarkısının mash-up şeklini duymaya başladığımız zaman konser resmen başlamıştı. İşte o karışım;

.
Bir türlü ısınamadığım B3 ile Placebo sahnedeydi. Her geçen yıl doğal olarak yaşlanan Brian Molko ve doğal olmayarak yaşlanmayan Stefan Olsdal‘ın performans olarak hiçbir şey kaybetmediği ise For What It’s Worth ile apaçık ortaya çıktı.
.
İlk albüm Placebo’dan Bionic‘in peşine günümüze hızlı bir dönüş yapan grup, yakın zamanda çıkaracakları yedinci albümü Loud Like Love’dan Too Many Friends ve albümle aynı ismi taşıyan şarkı Loud Like Love‘ı çaldı.  Diğer albümlerin gölgesinde kalmayacak görüntüsü veren albümden parçaların canlı şekliyle de güzel olması yeni albüm için güzel haber.
.
Yeni albümden şarkıların ardından, grup, bir cover grubu olarak da on kaplan gücünde olduğunu kendi şarkılarına yaptıkları düzenlemelerle bir kez daha gösterdi. Twenty Years, Meds, Black-Eyed gibi şarkılarına yaptıkları yorumlar görülmeye değerdi. Tabi insan o şarkıları orjinal halleriyle de dinlemek istiyor. Yine suçu gruba değil daha önceki konserlerine gitmediğim için kendime atıyorum.
.
Konserin bis’ten önceki son iki şarkısı Special K ve The Bitter End sahne ve seyirci arasındaki duygu yoğunluğunun en üst seviyeye çıktığı dakikalardı.
.
Bis için geri döndüklerinde belki bu sefer birkaç cümle kurar Brian Molko diye bekledik ama bir iki teşekkürden fazlası yoktu. Stefan Olsdal‘ın seyirciyle kurduğu küçük oyunu saymazsak, sahneden seyirciye çok pas yoktu o gece.
..
Biste sırasıyla Teenage Angst, bir Kate Bush şarkısı olan Running Up That Hill ve Post Blue‘yu çalan grubun, konserin son şarkısı seçimi ise Infra-Red’ti. Benim için bir Placebo konseri için en güzel sonlardan biri Infra-Red sırasında birileri gerçekten ambulans çağırsa güzel olabilirdi. 23 yaşındaydım ve ergenliğimin doruk noktalarından birini daha yaşıyordum.
.
*Fotoğraflar ve The Veils hakkındaki yorumları için Gökçe Güner’e teşekkür ediyorum.
.