İNCELEME: HURTS – SURRENDER

Adam Anderson ve Theo Hutchcraft, bundan tam 6 yıl önce Wonderful Life’ı görücüye çıkarttıklarında arkalarına asla bakmayacakları yolculuk başlamak üzereydi. Hurts’ün ‘’duygusal pop müzik’’ olarak tanımlayacağı şarkıları adayla sınırlı kalmayacak ve yavaş yavaş herkesi etkisi altına almaya başlayacaktı.

Happiness (2010)’la gri başlayan serüvenimiz Exile (2013)’ın açtığı simsiyah sayfayla yeni bir boyut kazandı. Derken ikilimiz yine şaşırtmaktan geri kalmadı ve tekrara şiddetle karşı çıkarak Surrender (2015)’la raflardaki yerini geçtiğimiz ay aldı. Üçüncü albümlerinin böyle olabileceğine büyük ihtimalle onlar da ihtimal vermezdi ama Manchester’da karanlık bir odada kaydedilen ilk ikisinin aksine, bu kez her şeyi akışına bıraktılar. İlham onları İsviçre’nin keskin soğuğunda da buldu, Los Angeles’ın hareketli sıcağında da. Geriye kalan, tıpkı albümün de dediği gibi sadece teslim olmayı öğrenmekti.
Albümü açan parça aynı zamanda ona adını veren intro. Oldukça çarpıcı bir koroyla süslenen şarkının ardından itaatkârlığı kabullenmekten başka şansımız kalmıyor. Some Kind of Heaven albümden bizle buluşan ilk tekliydi; Hurts için fazla pop hissi vermesine rağmen dinledikçe kendine çekenlerden oldu.

Onu takiben Why daha da şaşırtmaya geliyor desek yanılmayız. Daft Punk parmağı değmiş gibi hissettirse de aslında altında yatan klasik Hurts formülü: hareketli müzik üstüne kederli sözler.

Nothing Will Be Bigger than Us ise ‘’catchy’’nin gerçek anlamı. Tekli olarak çıkarsa büyük ihtimalle kimsenin dilinden düşmez fakat biz bize kalsak daha iyi gibi. Ardından gelen Rolling Stone o özlediğimiz edebi grubu geri getirerek bize kapkaranlık bir hikâye anlatıyor. İkilinin bizzat şahit olduğu bir cinayet sonucu doğan parça oldukça kaliteli de bir altyapıya sahip.

Albümün ikinci yarısına yaklaşırken klibini izlemeye doyamadığımız Lights başlıyor. Theo’nun ‘’grup için en pozitif çalışma’’ derken hiç de haksız olmadığını kanıtladıktan sonra sıra yine bambaşka bir Hurts’e ışık tutan Slow’a geliyor. Farklı şeyler deneyip başarılı oldukları yegâne şarkılardan. Onu takip eden Kaleidoscope ve en zayıf halka olarak gördüğüm Wings de çizgilerinden farklı bir yerde duran fakat kendini sevdirenlerden. Sona yaklaşırken bizi karşılayan Wish ise sözleriyle o kadar gerçekçi duruyor ki, gerçek deneyimlere dayanıp dayanmadığını merak ediyoruz.

Adam’ın piyanoda, Theo’nun vokalde kalplerimize dokunduğu pişmanlık dolu bir aşk şarkısı. Normal versiyonun kapanışını Perfect Timing ile yapıyoruz. ‘’Yanlış zamanda doğru yerde olmak’’ temalı çok naif bir parça.

Deluxe versiyondaysa bizi en az albümdekiler kadar güzel iki şarkı daha bekliyor. Exile’ın kasvetini omuzlarında taşıyan Weight of the World tema farkı sebebiyle esas albüme girmemiş olsa gerek. Hem sözleri hem melodisiyle oldukça dinlenilesi. Düzenleme aşamasında sözleri kaybolan ve her şeyi sil baştan yapılan Policewoman ise sizi sirenlerin ortasında bırakıyor. Kötü biten ama çok güzel söylenen bu parçanın sonu outro niteliğinde bir bölümle bize veda ediyor.

Surrender, ikilinin şimdiye kadarki kesinlikle en iyimser albümü ama bu demek değil ki sevdiğimiz Hurts değişti. Grup bir eliyle apaçık gökyüzüne uzanmış olsa da bir eli hâlâ karanlık tarafa sıkı sıkıya bağlı. Benliklerini kaybetmiyorlar ama yenilikten de korkmuyorlar. Çünkü Theo’nun da dediği gibi: ‘’Risk yoksa pop müzik nedir ki?’’