İNCELEME: GRIZZLY BEAR- PAINTED RUINS

Müziğin single’lar ile yutulabilen küçük bir hap gibi tüketildiği günlerden geçiyoruz. Grizzly Bear‘in dinleyicisinden beklentisi ise daha büyük: Yeni albümlerini bir bütün olarak kabul edip değerlendirmeniz. 2000’lerin en başarılı müzikal çalışmalarını ortaya koyan isimlerin eski standartlarını tutturmakta zorlandığı (Bakınız: The Strokes) ya da popüler kültürün içinde boğuldukları şu zorlu zamanlarımızda (Senden bahsediyorum sevgili Alex Turner) Grizzly Bear’in bu iki alanda da arkadaşlarına uymaması bir mucize gibi. Spotify’ın varlığı ile daha da hızlanan müzik tüketimine meydan okurcasına Grizzly Bear’in eski alışkanlıklara yönelmesinin grubun sonu olabileceğini düşünebilirsiniz. Tam tersine, Brooklyn menşeili grup hiç olmadığı kadar güçlü.

2009 tarihli Veckatimest‘in hayatımıza getirdiği “traditional folk” havalarının 2012 tarihli Shields ile alternatife kayışına tanıklık etmiştik. 5 sene gibi uzun bir aradan sonra gelen albüm Painted Ruins ise ikisinin bir araya gelmesi ile oluşturulabilecek belki de en iyi kayıt. Albümde Two Weeks ya da Ready-Able gibi kuvvetli tınılar bulmakta zorlanabilirsiniz. Dört güçlü single kayda rağmen Painted Ruins 50 dakika boyunca hayatınızı değiştirecek herhangi bir eser sunmuyor size. Özel bir an ya da parmak gösterebileceğiniz güzellikleri olmadan muhteşem bir bütün ortaya koymayı başarıyor grup yine de. Albümde gerçekten kötü ya da sadece albümü doldurmak için konumlandırılmış bir şarkı bulmak zor. Albümün ilk yarısında sizi karşılayan single kayıtlar Morning Sound, Four Cypresses ve Three Rings art arda müzikal şölen sunuyorlar adeta. Four Cypresses‘ta da dedikleri gibi:”Bu bir kaos ama işe yarıyor.”

Hemen ardından gelen Losing All Sense ise grubun bu albüm ile diskografilerine kattıkları en değerli kayıt. Ünlü single Two Weeks‘e uzun bir aradan sonra en çok yaklaştıkları kayıt olmasına rağmen Losing All Sense birçok açıdan da Two Weeks‘ten ayrışıyor. Oyunun bir sonraki seviyesine geçiş yapmak gibi…İkinci yarıdaki Cut-Out ise bir diğer albümün incilerinden oluyor. Yakalayıcı melodisi ve güçlü basları ile dinleyiciyi hemen etkisi altına almayı başarıyor. “Albümü doldurma amacı ile sıkıştırılan son şarkı” klişesini bir kenara bırakarak Systole ve Sky Took Hold ile baş başa bırakılıyoruz son anlarda da.

Grizzly Bear’in yeni uzunçaları Painted Ruins beş yıllık bir bekleyiş ile beklentileri çığ gibi büyütmüştü. Grubun köklerine dönerek beklentilerin de ötesine geçmesi gerçekten şaşırtıcı. Painted Ruins grubun diskografisinde önemli yer edinecek kayıtlardan oluşuyor. 2012 tarihli Shields‘in de ötesine geçerek grubun en parlak günlerine yeniden göz kırpıyor. Bu albümü hayatınıza katmak ve mucizesini keşfetmek içinse yapabileceğiniz iki şey var: Albümü baştan sona bir bütün hâlinde dinlemek ve bu işlemi birkaç kere tekrarlamak. Sonrasında herhangi bir şeye vurguda bulunamayarak bu albümü nasıl bu kadar övebildiğimi anlayacaksınız.