SAYGI DURUŞU: PHOEBE BRIDGERS – STRANGER IN THE ALPS

Phoebe Bridgers ilk albümü ile hayatımıza adım attığında çoktan müzik piyasasındaki insanlar için önemli bir insan hâline gelmişti bile. Bazı gruplar veya müzisyenlerin böyle bir sihri vardır. Bazıları yüksek bütçeli PR kampanyaları ile hemen radarımıza girer. Albümü dinlediğinizde ise “herhalde ben bir şeyi kaçırıyorum” diye ortama uyum sağlarsınız. (Bu senenin Wet Leg’i gibi) Ya da yerden yere vurulurlar… ki böylece seneler sonra gerçek değerlerini yüzümüze vurup koskocaman bir nanik yapmaları için. (Bkz. Lana Del Rey) Phoebe Bridgers da Conor Oberst, Julien Baker gibi birçok ismin desteği ile bu şekilde hayatımıza girdi. İlk albümünün yayınlanmasının beşinci senesinde ise günümüzün en büyük indie müzisyenlerinden biri olarak hayatına devam ediyor.

Bridgers’ın 2017 tarihli ilk albümü Stranger in the Alps, bir çıkış albümünde bulabileceğiniz her türlü manevraya sahip. Bol hitli bir pop albümü olmak haricinde – Phoebe Bridgers’ın bir “indie darling” olduğunu düşününce bu zaten yerinde bir seçim olmazdı. Albüm boyunca buğulu ve depresif vokaller ile sakin akustik gitarların hakim olduğu bir retrospektif hikayeye atılıyorsunuz. Phoebe Bridgers’ın şu anda bir şarkı sözü yazarı olarak rüştünü kanıtlamasına giden yolda ilk sinyalleri bu albümde alıyoruz. Albüm açılışı Smoke Signals’da Y kuşağını sonlarında yakalayan, bir önceki neslin bıraktıkları ile şansını kaçırmış, Z kuşağı kadar da umursamaz olamayan modern gençlerin yalnız kalma felsefesini anlatıyor. Henry David Thoreau’nun Walden kitabı,  David Bowie, Motörhead, The Smiths’ten How Soon is Now gibi referanslar ile tam doğru noktaları vuruyor.

Phoebe Bridgers’ın şarkı sözü yazarlığındaki dahiliği metaforlar ve gözlemler ile kendinizi bir rüyaya kaptırdığınızda bir anda karşınızda bulduğunuz gerçeklerin kontrastı ile ortaya çıkıyor. Folk / country tınılarındaki Scott Street’te eski sevgilisine “Davul nasıl gidiyor?” diye sorduğunda şöyle bir cevap geliyor: “Too much shit to carry”. “Peki ya grubun? / Hepsi evleniyor.” Funeral’da tanıdığı birinin çocuğunun cenazesinde şarkı söylemeye hazırlandığı bir döneme ithafta bulunuyor. Kendisi için üzüldüğü bir anda şunu hatırlıyor: “Birinin çocuğu öldü”

Albümün single kaydı ve diğer şarkılarından daha hareketli ve elektro gitarlı Motion Sickness, Bridgers’ın Ryan Adams ile yaşadığı toksik ilişkisini konu alıyor. Bridgers, kendisine tacizde bulunan iğrenç bir adamı konu aldığı şarkısında Adams’ın yanlışlarından ziyade onun kendisini nasıl gördüğünü ele alıyor. Tamamen yeni bir perspektif sunarken bir anda konuyu değiştiriyor: “Neden İngiliz aksanı ile şarkılarını söylüyorsun? Galiba bunu değiştirmek için çok geç ama” Motion Sickness, dinamik yapısı ile albümün single kaydı olarak yayımlanmış; anca albümün genelini temsil etmekte kısa kalıyor. Motion Sickness ile Phoebe Bridgers radyolara da girip kendisine bir yer bulabilecek bir kayıt yayımlamak istemiş. Kendisini merak edip daha fazlasını duymak isteyenlere ise bundan daha fazlasını, gerçek bir akustik gitarlı indie albümü vaadediyor.

Albümün kalanı – genellikle ikinci yarısı – Phoebe Bridgers’ın şu anda tanık olduğumuz potansiyelini göz önüne aldığımızda oldukça zayıf kalıyor. Bu şarkılar, Bridgers’ın seneler sonra diskografisinde hatırlanmayacak, ancak kendisinin kariyerini mercek altına alanların hangi yollardan geçerek buraya geldiğini görebileceği birer kanıt olarak rol alıyor. Bu şarkılar, aynı zamanda 2015 yılında Phoebe’nin gerçek bir indie dahi mi olduğunu yoksa şişirilmiş bir balon mu olduğunu sorguladığımız kayıtlar. Ancak 2020 yılında gelen ve bundan seneler sonra bile indie müzik sektöründe mihenk taşı olarak hatırlanacak Punisher albümü, The National, Taylor Swift ve The 1975 iş birlikleri, Boygenius ve Better Oblivion Community Center projeleri ve Conversations with Friends, Minions gibi yapımlara hazırladığı şarkılar ile Phoebe Bridgers günümüzün en üretken müzisyenlerinden. Üstelik yer aldığı her projede çıtayı daha da yukarı taşımada oldukça güçlü bir isim. Beşinci yaşını dolduran Stranger in the Alps albümü ise şimdi yakından tanıdığımız Phoebe Bridgers’ın kariyerindeki önemli bir atlama taşı ve onu henüz yeni tanımaya başladığımız dönemlere yönelik güzel bir nostaljik eser. Şimdi yakından tanıyıp sevdiğiniz biri hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğinizde ilk kazacağınız kuyulardan biri…