THE ”ÖLÜ AKTÖRLER” SHOW
14 Ekim Salı günü Tiyatro Hal‘de Uzak Adalar‘ı izledik. Tiyatro açılımını yeni oluşum Ölü Aktörler‘in Uzak Adalar oyunu ile yapmak istedik. Oyundan sonra Uzak Adalar oyununun yönetmeni Tamer Can Erkan ve oyuncular Doğan Keçin, Barış Yalçınsoy ve Yezdan Kayacan ile sohbet etme fırsatı bulduk. Önce Uzak Adalar’dan bahsedelim: Cambridge Üniversitesi’nden kuş bilimci iki genç Robert ve John yaban hayatı araştırmak için hükümet tarafından görevlendirilerek geçmişte Paganların yaşadığı uzak bir adaya gönderilirler. Adanın yerlisi Kirk ve yeğeni Ellen, adada bu iki gence eşlik eder. İlkellik tüm çıplaklığı ile hayat bulur ve olaylar bunun etrafında birbirini takip eder.
Uzun uzadıya oyundan, tiyatrodan ve alternatif olandan konuştuk ve bu keyifli sohbeti buraya bırakıyoruz.
Buse: Ölü Aktörler nasıl oluştu?
Tamer Can Erkan: Kurucu kadro olarak YTÜ Tiyatro kulübü kökenliyiz. Ölü Aktörler’in kadrosu zamanla büyüdü ve değişti. Oyuncu kadromuz şu an Kadir Has Üniversitesi öğrencilerinden oluşuyor. Ölü Aktörler 2011’de kuruldu. Üniversitede tiyatro yaparken yeni oynular yapmak istediğimizi farkettik ve Erdinç NORMAL’i buldu. Yönetmenlik için bana sordu. Sonra Doğan’ı bulduk ve 3 kişi Normal’i çalışmaya başladık ve daha sonra da bir tiyatromuzun olması gerektiğinden başlayarak bir isim arayışına girdik. Çok karizmatik isimlerdense bizi temsil eden isim ne olabilir diye düşündük. Çok sevdiğimiz bir film vardı Ölü Ozanlar Derneği… Bu ismin babası da Doğan’dır. Ölü Ozanlar Derneği’ndeki arkadaşlar da şiir okumak, tiyatro yapmak gibi eylemleri olan ama hayata sayısal tarafta başlayan insanlar. Dolyısıyla biz de kendimize çok uygun gördük bu ismi. Sonra da 2012 yılınıda Normal’i oynamaya başladık. Oyunu Mekan Artı ve Tiyatro Hal’de oynadık, bu sene de Aralık-Ocak gibi tekrar oynamayı düşünüyoruz.
Buse: Peki ölü aktörlerin oyun üzerine kattıkları, ölü aktörleri ölü aktörler yapan şu seyirciye oyuna şunu yansıtıyoruz dediğiniz bir şey var mı?
Tamer: Yeniliğe ve değişime açık bir topluluğuz. 2011 ve 2014 İstanbul tiyatro yaşamları arasında ciddi farklar var. 2011’de alternatif tiyatrolar yeni kurulmaya başlanmıştı ve bir taraftan da özel tiyatrolar çok şey vadetmiyordu (diyebilirim). Devlet tiyatroları ve şehir tiyatrolarında da belli bir gelenek var; çok iyi oyunlar olsa da kısıtlı bir dünya var orada ve biz kendimize uygunu bulmakta zorlanıyoruz açıkçası. Çok iyi işler de var elbette ama kendi beğenilerimizin de farklı bir doğrultuya gittiğini gördük. Sonra aramızda nasıl olabilir diye konuşmaya başladık ve bunun bir türle, bir tarzla ilintili olmadığını aslında canlı sahnede yaşayan bazı anlar yakalamanın önemli olduğunu gördük. Tiyatro yapma amacıyla bizim üzerinde durduğumuz şey arasında bir fark yok. Sahnede kanlı canlı bazı anlar, bazı durumlar yakalamak ve orada kendimizi var edebilmek, seyircinin kendini var edebilmesi ve orada bir şeyin tekrar oluşmasını sağlamak adına bunu söyleyebiliriz. Hatta şöyle şiirsel bir yaklaşımımız da vardı. Biz Ölü Aktörler’iz zaten ölüyüz ancak oyun oynadığımız zaman nefes alıyoruz çünkü o an hayat tekrar canlanıyor. Romantik açılımlarımız da var; yaşayan bir şeyleri sahnede yaratabilmek ve o anı sahnede var edebilmek, o auranın oluştuğu anları yakalayabilmek…
Buse: Alternatif açıdan da bakarsak yapmak istediğinizi seyirciye yansıtabiliyorsunuz. Yani o salonda hep birlikteyiz, sadece oyun ve oyuncular, seyirciler de var.
Tamer: Biz bunu kendi aramızda da konuşuyoruz ;alternatif tiyatroların biraz daha yükselmeleri, öne çıkmaları kendilerine yer bulabilmeleriyle alakalı. Artık daha kolektif bir yaklaşım var. Alternatif işler bu yüzden biraz daha ön plana çıktı çünkü daha ufak bir alan ve daha yakın hissediyorsun. Seçilen metinler de keza böyle . Alternatif tiyatro 1970’lerde 60’larda da vardı ama bunu postdrama, posttiyatro ve metinsiz oyunlarla beraber düşünmemek lazım. Dolayısıyla en azından şahsen alternatif diye bahsettiğim şey küçük tiyatrolarda -İngiltere’de fringe tiyatrolar deniyor- seyirciyle aynı mekanı aynı zeminde paylaşarak , sahnede olan şey neyse o an onun beraber üretildiği bir anı yakalamak. Alternatif olarak bir özgürlüğümüz var. Maliyetten dolayı bir şeylerden kaçmıyoruz. Çünkü mali bir riskimiz çok fazla yok. Böyle olduğu için de alternatif temalara değinip alternatif bazı şeyler yapma lüksüne sahip oluyoruz. İşte ana akım tiyatronun sahip olmadığı şey bu ve bu da aslında bizim asıl gücümüz. Bu temaları işlemek, gelen seyirciyle böyle bir paylaşım içerisinde bulunabilmek… Bizim yaptığımız oyunların güçlü yanlarının o olduğunu düşünüyorum. Yoksa 400 metrekarelik bir sahnede havadan karlar yağarken de oynayabilirdik. Evet, öyle oyun da yapmak isterim. Onda bir sıkıntı yok ama… (gülüşmeler)
Bir de şöyle bir şey de var. Değindiğimiz konulardan bahsetmiştik. Uzak Adalar’ın textini okuduğumuz vakit değindiği, çok önemli olduğunu düşündüğüm bir sürü konu var ve bu konularla ilgili benim gidip insanlara; abi böyle böyle bir şey var, sence hayat, sence ölüm, sence bilmem ne, sence özgürlük, sence ötekileştirme, sence çevrecilik, sence Darwinizm, sence sosyal hayat… bir sürü konu var ve saatlerce konuşabileceğim ama saatler harcasam da yine de kendi düşüncelerimi isteklerimi anlatamayacağım bir yoğunluk var. Ne mutlu ki tiyatro yaparak uzun uzun üzerine makaleler, tezler yazılabilecek konuları çok kısa bir süre içerisinde, yoğunlaşmış bir süre içerisinde, seyirciye hissettirmeye çalışarak değil de beraberce hissederek geçirmeye çalışma gibi güzel bir şey yapıyoruz. Bu da bütün maddi olayların üstünde.
Barış: Ya bir şeyi de kabul etmek lazım. Kimse dünyayı kurtarmak için bir oyun ya da müzik yapmaz. Tabii ki kendin için bir şey yapıyorsun. Bunu en iyi şekilde anlatabildiğin, paylaşabildiğin zaman karşındaki de görüyorsa, hissedebiliyorsa ve yaşayabiliyorsa, en azından seni görüp anlayabiliyorsa zaten kafi. Zaten amacına ulaşmış sayılabilir.
Doğan: Bir çözüm önermek değil tartışmak açıkçası.
Tamer: Evet. Bu arada bunu söyleyebilirim herhalde. Politik bir yön doğrultusunda, fikirleri seyirciyle paylaşmak ve bunları seyirciye iletmek görevini ilke edinen alternatif bir tiyatro değiliz. Ben öyle hissetmiyorum.
Buse: Provalar nasıldı? Oyuna nasıl hazırlandınız?
Tamer: Prova süreci başladı ve çok uzun sürdü. Gerçekten çok uzun sürdü. Ocak’ta başladık. Nisan gibi son buldu. 3 ay 10 gün 100 gün gibi bir süre çok uzun bir prova süresi ve biz çok prova aldık. Bilhassa biz sahne üzerindeki ilişki üzerinden yoğunlaştığımız için sürekli, defalarca tekrar yaptık ve sürekli bir arayış içerisindeydik. Yani benim kafamda bir hedef vardı. Gideceğimiz liman belliydi ama rüzgar estikçe gemiyi biraz bu tarafa doğru götürdük, sonra biraz bu tarafa doğru götürdük. Ama bir yandan rüzgar esiyor bir yandan akıntı var. Hani o gemi oraya çok doğru gitmiyor yani. En doğru rota ne, onu bulmaya çalıştık prova süreci içerisinde. Yıpratıcıydı ama aynı zamanda yaratıcıydı. Yaratıcı olmasından faydalandık ama prova bittiğinde de tükenmiştik. Böyle bir süreçti ve Nisan’ın 10’unda da oynadık. Geçen sene 6 oyun yaptık, yazın ara verdik. Şimdi de ben oyunu tekrar revize ettim. Oyun başta 2 perdeydi, 120 dakika sürüyordu. Şu anda baştaki görselle beraber 85 dakika sürüyor. Tek perdeye indirdim.
Buse: Oyunu nasıl geliştirdin?
Tamer: İskoçya’nın batısında, Atlantik’e 60-70 km uzaklıkta bulunan en uç ada üzerinde geçiyor. Görüntüde gördüğünüz 3 tane küçük ada ve Paganlar gerçekten yaşıyorlar. Endüstri devriminden sonra gerçekten gidip fotoğraflarını çekmişler İngilizler. Sanki deney hayvanları gibi nedense. O görüntüleri kullandım ben de. Daha sonra adapte olamıyorlar tabii ki. Kapitalist yaşam arttıkça takasla hayatlarını devam ettiremiyorlar. Açlık kıtlık oluyor. Ana karadakiler de biraz yüz çeviriyor ve göç ediyorlar oradan. Bir dram yaşanıyor orada. Oyunun fiction olma özelliği şu: oyunda 100 sene önce geçiyor gibi anlatılıyor ama aslında bir 30-40 sene önce olmuş. Oyunda 1940’tayız, bu olaylar da 1907’de 1908’de geçiyor. Ama David Greig bunu 100 sene önce yaşanmış gibi yazmış. Buradaki şarbon muhabbeti de şöyle gelişiyor: Bu adadan başka bir ada daha var, orada 1939 yılında İngiltere hükümeti gerçekten bir deney yapıyor ve adayı bombalıyor. Hatta 1990’lara kadar oraya hiç insan girmiyor. Canlı hayat yok oluyor. Sonra temizliyorlar galiba ama böyle bir dram oluyor. David Greig’de bu iki konuyu birleştirerek böyle bir oyun yazmış. Oyundaki araştırmacılar da doğru. Araştırmacılardan Robert bir kitap yayınlıyor. Adadaki fırtına kuşları, çatal kuyruklu kuşlar, ustura gagalılar vesaire ile ilgili. David Greig’de bu kitabı okuduğu zaman oyunu yazmaya karar veriyor.
Doğan: Politika aracılığıyla sanat yapmak değil, sanat aracılığıyla politika yapmak. Kişisel olarak da, Kirk tarafından bakınca oyuna, en başından beri savunuyorum adamı. Superego oluşturuyor Kirk aslında diğer kişilerin üstünde. Bu açıdan psikolojik bir tarafını görüyorum oyunun, karakter açısından. O superego ortadan kalktığında ilkel benliklerin bir çatışması var ortada. Bir şeyleri ele geçirme çabası, sınırlara uymak ya da sınırları aşmak… Kendi kişisel yapılarına göre, ilişki tarzlarına ve karakterlerine göre bir mücadele oluşuyor. Seyreden kişiye de hangisine daha yakın olduğunu ölçtürüyor. Risk alır mısın, sınırların var mı ya da kurallara uyar mısın, kuralları kendin mi yaratırsın? Arzunun peşinden mi gidersin ya da onu bekler misin? Biraz yani psikolojik tarafı da var oyunun. O yüzden diyorum aslında Kirk oyunda bir denge unsuru ve o kalktığı zaman ortadan ufak bir karmaşaya bürünüyor.
Barış: Oyun biraz da şeyi sorguluyor. Bir kontrol mekanizması olmalı mı? İnsanların kontrol altında tutulması kötü bir şey mi? O yüzden mesela oyun iyi mi bitiyor kötü mü ben bilmiyorum.
Buse: Evet, o bir soru işareti. Yani bende öyle kaldı.
Melike: Aslında karakterlere baktığınız zaman en temelde yine kişisel karmaşalar yaşayan, bir tarafta çok sert, radikal bir şekilde hayatını yaşayan, bir tarafta daha sıkışmış, bir tarafta sıkışmış ama birden baskı kalkınca kabuğundan çıkmış gibi görünen ama aslında çok da göründüğü gibi olmayan kişiler var.
Doğan: İzleyenin oyunu nasıl okuduğu aslında onun karakteriyle alakalı oluyor. İzleyici oyundan her şey tamamlanmış çıkıyorsa bir tarafa daha yakın, içinde sanki bir şey kaldı diye çıkıyorsa o zaman diğer tarafa daha yakın ya da rahatlamış çıkıyorsa başka bir tarafa daha yakın.
Tamer: Benim için özetleyen yer aslında bunu da ilk defa söylüyorum bu arada. John’la Ellen’ın artık aralarında bir duvar varken, o duvarı oluşturan şey de o sahnede fotoğraflar, John’un ‘ya bunu yapamayız bu hayvani’ Ellen’ın da ‘hayır bu doğal’ dediği an bence çok şey ifade ediyor. Yani burada bir taraf tutmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Zaten bütün hayat da bununla gitmiyor mu? Kontrol mekanizması devlet, toplum, kendi arkadaşlarımız ya da ailemiz her kimse, onun oluşturduğu kontrol mekanizması ve var olan arzularımız, hayallerimiz, heveslerimiz. Bu arzular hayaller bizi çok iyi yerlere de götürebilir, o arzularımızın hayallerimizin peşinden koşmak adına kayalıklardan atlamak haline de gelebilir. Yani her şey olabilir. O yüzden bir cevap verme durumumuz yok. Ama işte, bu konunun işlenebileceği iyi bir atmosfer olduğunu düşünüyorum. Uzak bir ada, bir baskı unsuru var Kirk ve devlet tarafından oluşturulan, ve bu baskı unsuru ortadan kalktığı anda ne oluyor?
Doğan: Şiirsel ama doğal bir yapısı var. Arzuların dile geldiği yerler daha dokunaklı ve şiirsel bir bütünlük taşırken diyaloglara geldiğimizde de konuşmaların doğal ilerleyişi günlük hayatı yansıtıyor.
Tamer: Bir de bu oyunda benim şahsi olarak yapmak istediğim bir şey vardı. Adaya bir kişilik kazandırmadan, adayı yaşayan bir canlı haline getirmeden doğanın kendini tekrar ettiğini, hayat döngüsünü devam ettirdiğini gösterebilmek istedim. Paganların orada yaptığı törenleri orada yaşayan yeni insanların pagan olmasa da bir şekilde ergenlik törenlerinde ya da ölüm törenlerinde yeniden canlandığı anı görebilmek tekrara vurgu yapmak önemliydi. Aslında doğal hayat kendini her zaman yeniliyor ve ne yaparsak yapalım her seferinde cereyan ediyor. Bunun oyuna da yansıdığına inanıyorum. Ama çorbaya tuzu biraz fazla kattığın zaman dandik Hollywood filmi gibi oluyor, cinler, ruhlar… O tuzu atmadığın zamanda hayata sıkışmış insan kimlikleri gibi anlam doğuruyor. O iki yolu bir arada götürebilmekti benim için de zor olan kısım. Politik anlamda yorumlamak gerekirse de ne olursa olsun en adapte olabilen, uyum sağlayabilen (survival olf the fittest) yaşamını sürdürse de en güçlü olan emperyal hükümet. Sonuçta onun istediği şey bir şekilde oluyor.
Oyunun biletlerine şuradan ulaşabilirsiniz: Uzak Adalar
Uzak Adalar
Yazar: David Greig
Yönetmen: Tamer Can Erkan
Oyuncular:
Doğan Kecin
Barış Yalçınsoy
Yezdan Kayacan
Cansu Özkan
Eren Yağcıoğlu
Çevirmen: Tamer Can Erkan
Ses ve Müzik Tasarımı: Orhan Enes Kuzu
Işık Tasarımı: Alaz Köymen
Dekor Tasarımı: İlayda Çeşmecioğlu
Grafik & Afiş Tasarımı: Esma Hüsna Bıyık
Işık Operatörü: Ömer Güdüloğlu
Ses Operatörü: Buse Özlem Ertürk
Asistanlar: Uğur Yüksek, Burak İri, Burak Yıldız, Fetanet Överen, Talha Siviş, Kübra Yılmaz
Koordinatör: Pınar Fidan, Merve Torkan
Proje Danışmanı: Serdar Biliş