RÖPORTAJ: BLACK COUNTRY, NEW ROAD
Son dönemlerin belki de en hızlı yükselen gruplarından biri de Black Country, New Road. Geçtiğimiz sene – bir grubun çıkış yapabileceği en zor dönemde – İngiliz grup For the first time adındaki albümleri ile büyük bir çıkış yakaladı. Pandemi nedeniyle turnelerin durduğu, müzik sektörünün öne çıkan isimleri döndürüp önümüze sunduğu bu dönemde Cambridgeshire menşeili grup Mercury Ödülleri’ne aday oldu. Bu sene ise hemen ardından yine bir o kadar enfes albüm Ants from Up There‘e kavuştuk. Öyle ki henüz yepyeni bir grup olmalarına rağmen Black Country, New Road bize sanki senelerdir hayatımızdalarmış gibi hissettiriyor. Avaz ekibinden İrem’in de detaylı bir şekilde incelediği albüm, aylar sonra bile hâlâ web sitemizde “Avaz Öneriyor” köşesindeki yerini kolluyor.
Pandeminin durulduğu dönemde gelen ikinci albüm ile grubun hak ettiği ilgiyi canlı performanslarda da göreceğini bekliyorduk ki grubun esas adamı Isaac Wood gruptan ayrıldığını açıkladı. Bu bizim ekibi durdurur mu? Tabii ki, hayır. Öyle ki Black Country, New Road tam hızda yoluna devam ediyor. 21 Ağustos pazar günü Nick Cave & The Bad Seeds gibi büyük bir grubun hemen önünde Parkorman’da grubu canlı kanlı izleyeceğiz. Eski grup arkadaşları Isaac’ın ricası üzerine grup, daha önce albümlerde yayınlanmamış, tamamen yeni üyelerin yazdığı yepyeni şarkıları bizler için çalacak. Kısacası, grubun diskografisinde ikonik bir dönemde bu konseri yaşayacağız.
Konser öncesinde Black Country, New Road’un kalan direklerinden Lewis Evans ile Zoom üzerinden bir araya geldik. Aklımızdaki sizler için sorduk. Ayrıca hemen belirtelim, kendisi aşırı tatlı bir kişilik. Pazar günü gidip görün kendisini.
Cemre: Yaklaşık bir aydır turnedesiniz ve bütün iptallerden sonra sonunda Kuzey Amerika turnenizi de gerçekleştireceksiniz. Nasıl hissediyorsun, turne nasıl gidiyor?
Lewis: Her şey harika gidiyor, en iyi yaptığımız şeyi tekrar yapabilmek yani tekrar konser verebiliyor olmak çok güzel. Üstelik şu an konserlerimizde çaldığımız yeni materyali dinleyicilerin beğenisine sunmak bizim için çok önemli, böylece stüdyoya girene kadar parçaları deneme ve geliştirme şansı buluyoruz. Çok ilginç yerlere gitme fırsatımız oldu, mesela geçen gün Litvanya’da bir hapishanede çaldık, çok garip ama inanılmazdı. Çılgın aylar geçiriyoruz.
Cemre: Litvanya’daki gibi aklında kalan başka bir konser anısı var mı?
Lewis: Bir sürü harika insanla tanıştık, bir müzik grubunda olmasak asla gitmeyeceğimiz yerlere gittik. Mesela İsviçre’de küçük bir göl kasabasında konserimiz vardı, çok güzel bir yerdi bol bol gölde yüzdük. Barselona harikaydı ama benim için biraz fazla sıcaktı.
Cemre: Konserlerinizde eski albümlerinizde bulunan ya da önceden yazılmış materyalleri çalmadığınızı yani tamamen yeni şarkıları dinleyeceğimizi biliyoruz. Daha önce hiç duyulmamış parçaları çalmak daha önceki konserlerinize kıyasla nasıl bir deneyim oluyor, dinleyicilerden geri dönüşler nasıl?
Lewis: Açıkçası oldukça ürkütücü bir deneyim. Dinleyiciler şarkıları baştan sona bildiği ve eşlik ettiği zaman performansın ne kadar kötü olursa olsun ufak tefek sorunlar doğal olarak maskeleniyor. Şu anki setimiz için tabii ki aynı şeyi söyleyemeyiz, bu şarkıları seyircilerin önünde sadece birkaç aydır çalıyoruz. Bu da her bir performansı daha önemli, dolayısıyla daha stresli hâle getiriyor. Bazen insanlar eski şarkılarımızı bekleyecek ve bu beklentiyle geldikleri konserde yepyeni bir müziğe odaklanmalarını beklememizin çok fazla gayret gerektiren bir şey olduğunu düşüneceğinden endişeleniyorum. O yüzden dediğim gibi biraz ürkütücü, ama eski her şeyi arkada bırakıp yepyeni bir şey yapıyor olmanın hoş bir yanı da var. Bence bu konsept konsere gelenlerin hoşuna gidiyor ve şu ana kadar iyi gidiyor diyebilirim. Hâlâ bir sürü alkış alıyoruz, insanlar konserlerimize gelmeye devam ediyor, festivallerde de büyük kalabalıklara çalıyoruz ve bence bu harika bir dönüş. Yani, kim bilir…
Yeni materyalin bir kısmında şarkı söylemeye başladım, benim için çok yeni bir şey bu. Geçen günkü Litvanya’daki konserde sahneye çıktığımızda hava hâlâ aydınlıktı ve bütün seyircileri rahatlıkla görebiliyorduk. Yakın zamanda yazdığım şarkıların birinde oldukça tiz ve vokal hakimiyeti isteyen bir kısmı söylemeye çalışıyordum, ki bu benim hala her seferinde başarmakta zorlandığım bir şey, tam o sırada seyircilerden birinin çırpınışımı hissedip başaramayacağımdan korkan gergin yüz ifadesini görmüş bulundum. “Aman Tanrım, bunu görmek istemiyorum” diye düşündüm kendi kendime. Bir dahaki sefere şarkının o kısmına dikkat etmem lazım. Ama sorun yok, genel olarak dinleyicilerimizden dönüşler olumlu.
Cemre: Bence harika bir deneyim olurdu, arada bir ne çalınacağını hiç bilmediğim bir konsere seve seve giderdim ben açıkçası.
Hande: Müziğiniz oldukça deneysel ve şarkı sözleriniz bir bilinç akışını anımsatıyor. Yine de bütün işleriniz oldukça istikrarlı ve maksatlı duyuluyor, bu yüzden yaratım sürecinizi çok merak ediyoruz. Şarkılarınız ve albümleriniz nasıl ortaya çıkıyor? Grubun her bir üyesinin sanatsal bakış açısını harmanlamayı nasıl başarıyorsunuz?
Lewis: Şarkının iskeleti çoğu zaman tek bir kişiden geliyor, eski işlerimizde bu süreç genelde Isaac ya da Luke’un üzerinde çalıştığı fikirleri gruba çalmasıyla başlardı. Şimdi Isaac bu sürece dahil olmadığı için şu anki şarkılarımızın iskeleti, şarkıyı kim söylüyorsa ondan geliyor. Öyle olmak zorunda da değil aslında ama bu çok yeni bir süreç olduğu için tersine olan bir örnek yok şu an için. Yani en başta şarkının temel çerçevesini, akorları ve melodiyi, tek bir kişi stüdyoya getiriyor ve hep beraber fikir alışverişinde bulunup şarkının üzerinde çalışıyoruz. Devamında ise herkes kendi kısmını yazıyor. Ama bu noktada hâlâ her şey değişebilir vaziyette, mesela ben Luke’ın yazdığı kısmı beğenmediysem bu fikrimi belirtebilirim ve hep beraber bunun üzerine konuşuruz. Bir şarkıyı sonlandırmamız için herkesin her konuda hemfikir olması gerekiyor. Bir konu bir kişinin kafasına tam yatmıyorsa o kişiyi hep beraber bunun doğru bir karar olduğuna ikna etmemiz gerekiyor. Böylece kimse “bu şarkı benim istediğim şekilde olmadı” gibi hissetmiyor. En önemlisi de bu süreçte herkesin egosunu kapının dışında bırakması, biri bir şeyi beğenmediyse bu hiçbir zaman kişisel bir şey hâline gelmiyor. Hem hâlâ yakın arkadaş kalabilmemizi de buna borçluyuz, hem de vaktimiz daha verimli geçiyor gereksiz tartışmalara enerji harcamadığımız için.
Hande: Herkesin sonuçtan mutlu olduğundan emin olmanız harikaymış.
Cemre: Daha önceki röportajlarınızdan üretim süreciniz boyunca dinlediğiniz müziklerden ilham aldığınızı biliyoruz. Peki bu sıralar ne dinliyorsunuz?
Lewis: Çoğunlukla 70’lerin müziğini dinliyoruz şu sıralar. Zombies’den Colin Blunstone’un One Year albümünü çok dinliyorum. Bir de Judee Sills’in Heart Food albümü. Sanırım hepimiz son zamanlarda 70’lerin başı modundayız. Ama aslında oldukça da çeşitli şeyler dinliyoruz çünkü hepimiz zevki birbirinden farklı. Pop çok seviyoruz diyebilirim. Günümüz müziğine de çok ilgiliyiz, mesela hepimiz Kendrick’in albümünü dinliyoruz haftalardır. Hepimizin müzikle ilgili olarak geçmişi birbirinden çok farklı o yüzden hepimizi bir araya getirince dipsiz bir havuz dolusu müzikal bilgi ortaya çıkıyor. Yaptığımız işlerin içine hepsini katınca ilham aldığımız şeyler net belli olmayabilir. Bazen de oluyor tabii, mesela ilk albümde apaçık bir şekilde Arcade Fire’ın ikinci albümünü dinliyorduk. Ama dediğim gibi şu sıralar 70’ler diyebilirim, pek öyle müzik yazmıyor olsam da. Belki de yazmaya çalışmalıyım…
Hande: Türkiye’den bir bloğun yazısında dinleyicileriniz Ants From Up There’i ne kadar beğendiklerinden bahsediyor ve bu albümün For the first time’a kıyasla daha az deneysel olduğunu tartışıyorlardı. Bu kasıtlı olarak yaptığınız bir şey miydi yoksa stüdyo sessionlarınız sırasından doğal olarak mı ortaya çıktı?
Lewis: Ants From Up There birçok katmanı olan bir albüm diyebilirim, albümü yapmaya başlarken amaç buydu. Daha ulaşılabilir ve dinlenebilir ama tüm parçalarına ayırıp daha derine gittiğinde çok daha kompleks bir yapı olduğunu keşfedebileceğin bir albüm yapmak istedik. Yani en yüzeydeki katmanda güzel duyulan, akılda kalıcı pop hooklarıyla dolu bir albüm dinleyip keyif alabilirsin. Ama aslında şarkıların çoğu yapı, harmoni ve ritim açısından oldukça olağandışı ve deneysel, sadece bu pop hooklarıyla, iyi bir enstrümantasyonla ve kaliteli bir prodüksiyonla maskelenmiş durumda. Puzzle gibi bir albüm yapmaya çalıştık. Garip duyulmadan sınırlarımızı olabildiğince zorlayabileceğimiz bir albüm ortaya koymayı amaçladık.
Hande: Mercury Prize’a aday gösterildiniz. İşinizin bu kadar önemli, herkesin tanıdığı bir ödülle takdir edilmesini ve gündeme gelmesini nasıl karşıladınız? Sizce bir gün -tıpkı Arcade Fire’a The Suburbs’den sonra olduğu gibi- Black Country, New Road’un ana akım olduğu bir gerçekliğe uyanmamız mümkün mü?
Lewis: O nasıl oldu gerçekten bilmiyorum. Uzun süredir Londra’da konserler veriyoruz ve Londra’da bir şeyleri yapmak için zamanın ve enerjin varsa kesinlikle başarıyorsun. Bize en çok destek olan her şeyin organik gelişmesi oldu, Instagram’da ya da Facebook’ta bir şeyler paylaşmaktan ziyade sadece sürekli sahneye çıktık. Düşündük ki “insanlar konserlerimize gelmeli ve sadece müziğimiz konuşmalı”. İnternette hiçbir yerde çok uzunca bir süre fotoğrafımız yoktu, bu noktaya gelip artık zorunda kalana kadar basın aracılığıyla kendimizi tanıtmak amaçlı bir iletişimimiz yoktu. Daha hiçbir kayıt yayımlamadan defalarca sahneye çıktık ve bu insanlarda merak uyandırdı. Bence instagram’da birinin gözüne sokmasındansa, böylesi daha gizemli, ilgi çekici oldu ve kitlemiz doğal bir şekilde gelişti.
Hande: Şimdi Isaac Wood gruptan ayrıldıktan sonra Black Country New Road’un gelecek planları neler? Daha önce belki tam bir albüm yayımlamaktan bahsetmiştiniz. Üretim sürecinizde hangi noktadasınız?
Lewis: Açıkçası tam olarak bilmiyorum, bu yazı ve Kuzey Amerika turnesini bitirip karar vereceğiz. Kendi üzerimizde bir baskı yaratmamaya çalışıyoruz. Şu an çaldığımız şarkılar oldukça iyi, hepsi bir albüme girebilecek seviyede ama belki aynı albüme değil. Gerçekten şu an ne yapmak istediğimize dair bir fikrimiz yok ama kesinlikle bir noktada yeni bir albüm yapmak istiyoruz ve yıl sonunda üzerinde çalışmaya başlamayı amaçlıyoruz. Şu an çaldığımız şarkılar yerine tamamen yepyeni şarkılar da yazabiliriz.
Cemre: Türkiye’deki dinleyicilerinize söylemek istediğin bir şey var mı?
Lewis: Türkiye’ye gelmek için çok sabırsızlanıyorum, Türk kültürünü çok seviyorum. Özellikle de Türk yemeklerini. Londra’da pek çok türkün yaşadığı Green Lanes’de çok Türk yemeği, özellikle bolca gözleme yedim, şimdi Türkiye’de gerçeğini yemek için sabırsızlanıyorum.
Hande: Bitirmeden eklemek istiyorum, Cemre de ben de bir sürü farklı ülkede, şehirde konserlere gitmişizdir ama ikimiz de İstanbul’daki konser ortamının bir bezerini bulamadık, özellikle deneysel müzik için İstanbul dinleyicisinin ideal olduğunu düşünüyorum. Hem sizin hem de biz dinleyiciler için çok keyifli bir konser olacağından eminim.
Lewis: Sabırsızlanıyorum! Geçenlerde yakın olduğumuz bir grup, Black Midi, İstanbul’daydı ve her şeyin harika olduğunu söylediler, hatta Geordie İstanbul’a taşınmak istiyor.
Black Country, New Road 21 Ağustos günü Nick Cave and The Bad Seeds konserinin açılışını gerçekleştirecek. Konser için detaylı bilgiye buradan ulaşabilir, biletlerinizi hemen buradan alabilirsiniz.