RÖPORTAJ: LIARS
2000’lerin ilk yarısında New York sahnesinden birçok yeni ismi hayatımıza kattık: Bunlardan biri de Liars idi. Her albümde farklı bir tarzı benimseyen, sıradışı bir grup olarak onları çok sevdik, bağrımıza bastık. Kaçıranlar olabilir. Bu sene taze yayımlanan yeni albüm TFCF ile Liars artık bir “tek adam” grubu. Angus Andrew grubun ismine sadık kalarak tek başına işleri yoluna koyuyor. 1 Aralık Cuma akşamı bir kez daha Salon IKSV aracılığıyla Angus’u Türkiye’de izleyeceğiz. Öncesinde kendisi ile biraz laflamasak olmazdı.
Selam Angus! Turne ve hayatının geri kalanı nasıl gidiyor?
İyi günler! Her şey yolunda, teşekkürler. Şu an Hollanda’da bir festivalde sahne arkasındayım, sahneye çıkmak üzereyiz. Turnemiz harika gidiyor, dinleyicilerimiz gerçekten inanılmaz! Türkiye’ye gelmek için sabırsızlanıyoruz!
Yeni albümün TFCF için ilk kez bir albümü yalnız kaydettiğini biliyoruz, bu süreç nasıldı senin için? En iyi eleştirmenin yanında olmadan çalışmak korkutucu muydu? Aaron’la tekrar birlikte çalışır mısınız sence?
Geçmişte de yalnız yazmayı tercih ederdim o yüzden benim için büyük bir değişiklik olmadı açıkçası. Aaron’un eksikliğini sadece fikirlerimi değerlendirmesi ve aklında tutması yönünden hissettim. İlk zamanlar çok yorucuydu. Genelde albüm için çok sayıda şarkı yapıyorum ve asıl iş onları geliştirmek ve elemek oluyor. Şarkıların kritiğini yapacak birisi daha olmadan acaba karmaşanın içinde kaybolur muyum diye korkmuştum. Fakat sonrasında bunun daha özgürleştirici olduğuna karar verdim; fikirlerim üzerinde çok fazla kafa patlatmadan, daha içgüdülerimle hareket etmeme imkân sağladı bu durum ve de benim için çok heyecan vericiydi.
Tabii ki Aaron’la tekrar çalışabiliriz, hala çok yakın arkadaşız ama şimdilik ilişkimizin yaratıcılık boyutunu askıya aldık.
Bazen gruplar zor zamanlar geçirir ama yeni bir albümle her zamankinden daha güçlü bir şekilde geri dönerler. Bu albümün ne kadar başarılı olduğunu (gerçekten öyle!) göz önünde bulundurursak bu durumu nasıl değerlendirirsin? Tamamen olumsuz bir şey miydi yoksa biraz yalnız kalabildiğin için mutlu musun?
Hayat insanın önüne her türlü sıkıntıyı çıkarabiliyor ve bunları projelerinde değerlendirmek üzere kanalize etmek de bir sanatçının işi aslında. TFCF’i bu süreci yaşamış olmasam yapmam mümkün değildi. Bazen zor zamanlar geçirmek harika bir ilham kaynağı olabiliyor ve bu albüm de bunun gerçek bir örneği.
Bu sekizinci albümün ve her birinin farklı bir tarzı, karakteri var. Turnedeyken eski albümlerden şarkılar çalmak nasıl hissettiriyor, hala onları yazarkenki ruh halinle, müzikal anlamda bulunduğun noktayla iletişim kurabiliyor musun?
Elbette, bence bambaşka albümlerden parçaları setlistte bir araya getirmek enteresan oluyor. Genel olarak evet, albümler birbirinden farklı ama bu daha çok üretim süreçlerinde kullanılan ekipmanlarla ve değişen bakış açılarıyla ilgili. Mesela içerdiği mesajın kökeni aynı olsa da elektronik olarak üretilmiş bir şarkı ve geleneksel enstrümanlarla üretilmiş bir şarkı çok farklı duyulabilir. Bence farklı albümlerden parçaları arka arkaya çalmak bu gerçeği daha gözlemlenebilir yapıyor.
TFCF’nin albüm kapağı gerçekten çok ilginç, Bir gelinlik giyiyorsun (ve bence çok da yakışmış) ama neden gelinlik? Bu fikir nereden geldi?
Bir grubun üyesi olmak, evli olmaya çok benziyor. Grup arkadaşlarınla birlikte yaşıyorsun, çalışıyorsun, yiyip içiyorsun ve uyuyorsun. Gerçekten yoğun bir ilişki. Bu albümle birlikte artık grup arkadaşım yok ve kendimi biraz damatsız bir geline benzetiyorum. Bu işin altından kalkabilmek kendimi çok güçlü hissettirdi ama çok da korkutucuydu. Ama günün sonunda en yaratıcı kararlarım benim için en korkutucu olanlar olmuştur zaten her zaman.
Şarkıların yapısına baktığımızda bu albüm biraz alışılmışın dışında. Bir röportajında önceki albümlerde şarkı yazma konusunda daha geleneksel bir yol izlediğini söylediğini okumuştum. Bu kez biraz daha deneysel yaklaşmışsın gibi, seni böyle bir yola denemeye teşvik eden neydi?
Evet önceki albümlerde daha alışılmış fikirler kullanma eğilimindeydim ve buna uymayanları gözden çıkarırdım. Bu kez fikirlerimi sorgulayacak birisi olmadığı için daha önce denemediğim şeyleri deneyecek fırsatım oldu. Örneğin, yazma sürecindeyken bile bir şarkının çok ani bir şekilde bitmesini istiyorsam bunu yapabiliyordum ve nedenini açıklamama gerek olmuyordu. Bu çok eğlenceliydi ve ben de bu şekilde devam etmeye karar verdim.
Kariyerinin bir noktasında Berlin’de yaşadın, neden Berlin? Bu durum müziğini nasıl etkiledi?
Amerika’da yaşamak beni çok yormuştu, o yüzden New York’tan Berlin’e taşındım. Tam da George Bush ve Saddam Hüseyin’in gündemde olduğu ve Amerika tarihindeki en çirkin dönemlerden biriydi. Berlin bana çekici göründü çünkü orada kimseyi tanımıyordum ve Avrupa’nın tam merkezindeydi. Orada geçirdiğim zaman çok keyifliydi. Benim için oldukça karanlık bir dönemdi ama bunu yaratıcılığa dönüştürmeyi başarabildim ve önemli olan da buydu.
Kariyerinde daha dans odaklı işler de var; MESS mesela. Dinledikçe dans edesimiz geliyor. Peki sende ne tarz müzikler dans etme hissi uyandırıyor?
Hip-hop’a bayılırım, hep çok sevmişimdir ve her zaman da çok seveceğim. 90’lar techno’sunu da çok seviyorum, çünkü bana arkadaşlarımla ilk kez dans etmeye gittiğim zamanları hatırlatıyor. Bence güzel bir davul ritmi olan her şeyle dans edilebilir.
Bir kez daha İstanbul’da çalıyor olacaksın, bizi bekleyen bir sürpriz var mı?
Bence Liars sahnedeyken sürprizlerin olmaması mümkün değil, çünkü müziğimizin kendisi de pek çok hata ve eksiklikten oluşuyor. Çok fazla ayrıntı da vermek istemiyorum, o zaman sürprizin anlamı kalmaz. Ama şunu söyleyebilirim ki her albümden en az bir şarkı duyacaksınız. Gösterişli bir şey giyebilirim bir de! Umarım tutuklanmam!