RÖPORTAJ: WOLF ALICE
İngiliz grup Wolf Alice geçen sene yayımladıkları ikinci albüm ile hepimizi şaşırtmayı başarmıştı. İlk albümlerinin başarısının ardından birçok müzik tarzını aynı yelpazede buluşturan uzunçalar Visions of a Life ile adeta çığır açtıklarını söyleyebilirim. Geçtiğimiz günlerde ikinci defa Mercury Prize’a aday gösterilen grup önümüzdeki pazar günü Gezgin Salon kapsamında King Gizzard & the Lizard Wizard ve Amyl and the Sniffers ile beraber sahne alacak. Konsere sayılı günler kala grubun vokali Ellie Rowsell ile telefonda laflama fırsatı bulduk. Her ne kadar sinyalinin yetersizliği ile konuşmamız yarıda kalmış olsa da kendisi ile bire birde konuşmak harikaydı! Ellie ile ikinci albümlerinin çeşitliliğinden, prodüktörlerin öneminden ve tur ritüellerinden konuştuk. Buyurun röportajımıza:
Dünyanın en prestijli müzik ödüllerinden olan Mercury Prize’a aday gösterildiniz. Öncelikle tebrik ederiz! Aday olduğunuzu öğrendiğinizde tepkin ne oldu? Bunun gibi adaylıklar sen ve kariyerin içine ne ifade ediyor?
Aday gösterilmemizi hiç beklemiyordum, çok şaşırdım. Bu tür şeylerin başınıza gelebileceğini hiç ummuyorsunuz bile. Üstüne üstlük ikinci adaylığımız oldu bu. Büyük onur duydum. Müziğimiz için de harika bir şey by tabii, daha fazla insan grubumuzdan haberdar olmuş oluyor. Ayrıca albümümüzü büyük bir kitlenin beğendiğini gösteriyor ki bu da çok mutluluk verici.
Janr açısından bakarsak iki albümünüz birbirinden biraz farklı. Visions of a Life, ilkine göre çeşitliliği daha fazla olan bir album. Hiçbir şarkı birbirine benzemiyor. Bu değişimin sebebini sorsak sana?
Albüm yapmadan önce pek plan yaptığımızı, oturup konuştuğumuzu söyleyemem. Akışına bırakıyoruz, etkilendiğimiz tüm isimler ve aldığımız tüm ilhamlar da bilinçaltımızdan bir şekilde açığa çıkıyor. O yüzden bu tür sorulara cevap verirken zorlanıyorum, çünkü cevabını ben de bilmiyorum. Sanırım bu albümde başka insanlardan çok kendimizi memnun etmeye çalıştık, album bütünlüklü olsun diye ekstra çaba harcamadık. Bütünlüğün dördümüzün aynı prodüktörle birlikte, aynı zaman içinde çalışmasından doğmasını umduk. Albümdeki çeşitliliğin sebebi de buydu diyebilirim sanırım.
Daha önce pek çok gruba ve sanatçıya benzetildiniz. Ben bunu yapmayacağım, her ismin kendine has olduğunu düşünüyorum ama merak da ediyorum, özellikle etkilendiğiniz birileri var mı?
The Strokes, Yeah Yeah Yeahs, Nirvana, The White Stripes, Queens of the Stone Age ve Kings of Leon gibi belli başlı rock gruplarından etkilendiğimizi söyleyebilirim. Müzikleri gitar temelli ve çoğunlukla sert, ama aynı zamanda fazlasıyla melodik ve pop’a yakın bir tarafları da var. Etkilendiğimiz daha acayip isimler de var tabii ama onlar şarkıdan şarkıya göre değişiyor.
Son albümünüzde Los Angeles’lı prodüktör Justin-Meldal Johnson ile çalıştınız. Kendisi Paramore’un son albümü After Laughter’da da yer almıştı ki sizin albümünüzle birlikte geçen yıl en çok sevdiğim album oydu. Onunla çalışmak nasıldı? Süreç ilk albümünüzdekinden daha mı farklıydı?
Albümün yapım süreci harikaydı. Los Angeles’ta inanılmaz güzel bir stüdyoda yaptık kayıtları. Albüm için bizimle çalışan ses mühendislerinden Carlos’un arka bahçesiydi esasen; bolca doğal ışık, bir sürü gitar, synth ve pedal vardı. Biz grup olarak Echo Park’taki minik, sevimli bir bungalovda kalıyorduk. Hem çok eğlenceli, biraz da sürreal bir deneyimdi. Justin müthiş bir müzisyen. Teknik olarak da bize çok yardımı dokundu ama bize asıl engin müzik bilgisiyle ve tek türde müzik yapmaktan ziyade pek çok farklılığı bir arada bulunduran bir grup olduğumuzu en iyi şekilde özümsemesiyle yardımcı oldu diyebilirim. Bize asla ne yapacağımızı söylemedi, sadece doğru olanı yapmamız için yönlendirmeye çalıştı; ki iyi bir prodüktör olmanın olmazsa olmazıdır bu bence. Yani genel olarak müthiş bir deneyimdi!
Kariyerinde gurur duyduğun dönüm noktaları var mı, varsa neler?
Glastonbury gibi ikonik bir festivalin ana sahnesinde çalmak inanılmaz bir deneyimdi. Glastonbury, benim gittiğim ilk festivaldi; 17 yaşındayken arkadaşlarımla gitmiştim ve müthiş vakit geçirmiştim. Hep “bu festivalde ben de çalmalıyım” diyordum kendime, ama kariyerimin daha bu kadar başlarındayken ana sahnede çalmak aklımın ucundan geçmemişti. Kariyerimin en büyük dönüm noktasıysa Londra’daki Old Blue Last’ta verdiğimiz konserdi. Londra’nın doğusunda, ufak bir pub orası; hep daha “cool” grupların orada çaldığını düşünüyordum. Konserimiz için upuzun bir sıranın olduğunu gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Çok uzun zamanın ardından, sonunda bir şeylerin değiştiğini hissetmiştim; bir kırılma noktasıydı o.
Turnedeyken belli ritüellerin var mı? Standart bir günün nasıl geçiyor?
Dışarı çıkıp biraz şehri gezmeyi, güzel yemekler yemeyi, bir-iki müze gezmeyi ve denize kıyısı varsa yüzmeyi seviyorum. Aklıma fikirler hep yalnız başıma yürürken geliyor, o yüzden kuliste oturup Instagram’da vakit öldürmek hoşuma gitmiyor. Ama çok yorgunsam ya da hava çok soğuksa da kendimi zorlamıyorum 😊 Konserlerden sonra hayranlarımızla konuşmayı çok seviyorum, sonuçta bugün buralara onların sayesinde geldik.
Üçüncü albümünüz için çalışmalara başladınız mı? Visions of a Life ilkinden daha farklıydı, gitar etkisi daha azdı. Bu album için beklentimiz ne yönde olmalı?
Büyüdükçe pop müziğe daha çok kayıyormuş gibi hissediyorum. Doğrusu çocukken de pop’u çok severdim. Fakat yeni albümün nasıl olacağı konusunda en ufak bir fikrim dahi yok. Yakın zamanda çok fazla müzik dinlemedim, çok fazla yazmadım da, her şey sürpriz yani; ama gitar, bas ve baterinin her zaman olacağı kesin. Konserlerde de bunları çalmayı seviyoruz sonuçta. Konserde canlı çalmamayı veya dört klavyenin arkasında tıkılı kalmayı asla istemeyiz.
Son olarak, Pazar günkü konseriniz için bir hayli heyecanlıyız. Neler beklemeliyiz? Hayranlarınıza bir mesajın var mı? Daha önce İstanbul’a hiç geldin mi?
Türkiye’ye daha önce hiç gelmedim ama İstanbul’u görmeyi yıllardır istiyordum. Amyl and the Sniffers’I ve King Gizzard’ı çok seviyorum, bu line-up’ın bir parçası olmak benim için onur verici. (Eğer varsa) Türk hayranlarımızla tanışmayı, Türk yemekleri yemeyi ve biraz da şehri gezmeyi istiyorum. Bir şehre ilk defa gidiyorsam turist kafasında gezmeyi seviyorum! xx
Comments
Trackbacks & Pingbacks
[…] Everything Everything ile başlayan, Florence + The Machine ile devam eden serimizin bugünkü davetlisi geçtiğimiz ay Gezgin Salon kapsamında bu topraklara da uğrayan ve uzun zamandır izlediğim en iyi performanslardan birini gerçekleştiren Wolf Alice oluyor. Kendileri Visions of a Life ile bu sene ödüle aday, benim kendi şahsi fikrime göre de ödülü kucaklamaya hiç olmadığı kadar yakın. Üstelik aynı zamanda hiç olmadığı kadar da heyecanlılar. […]