THE “BURAK ÇINGI” SHOW

Sevdiğimiz grupların canlı performans fotoğraflarının altlarında karşılaştığımız Burak Çıngı ismi hemen dikkatimizi çekti. Kimdir, nedir, ne yapar derken bu soruları kendisine sormak istedik. Kendisi de bizi kırmayınca; Bilboard Magazine, Spin, NME, The Guardian gibi yayınlar tarafından tercih edilen fotoğraflara imza atan Burak Çıngı ile uzun uzun konuştuk. Fotoğraf çekerken nelere dikkat eder, fotoğrafçı olarak görev aldığı festivallerde günleri nasıl geçer, bir profesyonel olarak konserlerde telefonla fotoğraf çekenlere nasıl bakar ve unutamadığı anıları nelerdir sorularına pek güzel cevaplar aldık. Buyurun bu doyurucu sohbete siz de dahil olun;

Performans fotoğrafçılığı yapmaya nasıl ve ne zaman başladınız?

Konserleri en ön sıradan izleyebilmek için kapılar açılmadan 4-5 saat önce giderdim konser salonlarına. Yanımda da hep başta analog daha sonraları ise dijital olmak üzere mutlaka bir kompakt fotoğraf makinası olurdu.

2006 yılını performans fotoğrafçılığına amatörce girdiğim yıl olarak gösterebilirim. O yıl kendime Canon 350d SLR fotoğraf makinası ile ucuz bir 70-300mm lens aldım. Üniversite yıllarında aldığım fotoğrafçılık ek dersinden gelen teorik bir bilgim vardı zaten, dolayısıyla deneyimimi arttırmak için bu makineyle barlarda, Tower Records, Virgin Megastore, HMV gibi müzik mağazalarında ve yakın arkadaşlarımın gece kulüplerinde çalan grupların fotoğraflarını çekmeye başladım. Tamamen kontrol edebildiğim bir fotoğraf makinesi ile resim çekmek çok keyif veren bir hobi olmaya başladı ve gittiğim konserlerde de bu makinam ile fotoğraf çekme isteğim artmaya başladı. Londra ve pek çok diğer ülke ve şehirde konser salonlarına seyircilerin profesyonel fotoğraf makineleriyle girmesi genellikle yasaktır, profesyonel makina derken kasıt lensleri değişebilen fotoğraf makinaları. Bu nedenle gittiğim konserlere çeşitli ve yaratıcı yollarla fotoğraf makinamı gizlice getirmeye başladım. Mesela Madonna’nın verdiği bir-iki konsere, makinemi montumun, lensi de donumun içine saklayarak sokmuşumdur.

Yine 2006 yılında Reading festivalinde DJ’lik yapan arkadaşlarım sayesinde prodüksiyon elemanı olarak bu festivale gittim. Genelde sahne arkası olmama rağmen fotoğrafını çekmek istediğim grupların resimlerini diğer profesyonel fotoğrafçıların arasına karışarak çektim. Şu anda çok kritiğini yapabileceğim, o zaman çektiğim Peaches fotoğraflarını onun menajerine gönderdim ve Peaches’in websitesine koydular. Karşılık olarak t-shirt, poster gibi şeyler göndermek istediler ama bunlar yerine ben Manchester’da vereceği konserin fotoğraflarını çekmek için izin istedim. Performans fotoğrafçılığına resmi girişimin başlangıcı olarak hep bu noktayı düşünmüşümdür. Bu çekimden sonra diğer yerlerde çektiğim fotoğrafları da kullanarak iyi kötü bir portfolyo hazırlayıp çeşitli internet siteleri ve müzik dergileriyle irtibata geçmeye başladım. İlk olarak “Supersweet” isimli bir internet sitesi için fotoğraf çekmeye başlamışımdır o sene.

Bir performansı fotoğraflarken dikkat ettiğiniz detaylar neler?

Performans fotoğrafçılığının diğer fotoğraf alanlarından en önemli farklarından bir tanesi bir fotoğrafçı olarak dış etkenler üzerinde hiçbir kontrolünüz olmaması. Dış etkenler olarak bahsettiğim noktalar ışık, konum ve de özne, ki bunlar fotoğrafı fotoğraf yapan ana ögeler. Bu sebeplerden dolayı dikkat ettiğim detaylar performanstan performansa değişiyor. Mesela büyük bir prodüksiyonda önem verdiğim detaylar, küçük ve kişisel performanslardan farklı olabiliyor. Tabii her performansta dikkat ettiğim birkaç genel detay var. Birincisi fotoğrafını çektiğim sanatçının yüz ifadeleri ve vücut hareketlerine dikkat etmeye çalışırım. Bu konuda pratik ve tecrübenin önemli olduğunu düşünüyorum. Birkaç kere izlediğim bir sanatçının yapacağı hareketleri ve ne zaman yapacaklarını genelde tahmin edebilirim. Bir örnek vermem gerekirse Franz Ferdinand grubunun çekimlerinde şarkıcıları Alex Kapranos’un zıplayacağını ve zıplamadan önce yaptığı bazı hareketleri bilirim ve bu yüzden “jump shot” dediğimiz zıplama resmini kaçırmıyorum.

Performansın nasıl aydınlatıldığı da başka bir nokta ve dikkat ettiğim bir detay. Mesela sahne gerisinde güçlü spotlar varsa bunları fotoğrafını çektiğim sanatçının arkasına almaya çalışırım ki sanatçının çevresinde hale dediğimiz o ışık çerçevesi oluşsun ya da sanatçının resminin arka plandan öne çıkmasını sağlayacak bir ortamı yakalamaya çalışırım.

Diğer dikkat ettiğim ana noktalardan bir tanesi ise kompozisyon. Mesela mikrofonun sanatçının yüzünü bloke etmemesi için uygun bir açı yakalamaya çalışırım. Ya da mesela ayak ya da el parmaklarının kompozisyonun içinde olması için çaba sarf ediyorum. Özellikle çok hareketli performanslarda her zaman yakalanması kolay bir kompozisyon değil.

Son olarak resmin keskinlik/bulanıklık detayına dikkat ederim. Son birkaç senedir bu konuda tanıdığım pek çok kişiden daha bir sert/otoriterim diyebilirim, hafif bir bulanıklık bile görsem resmi şart olmadığı sürece kullanmıyorum.

Bunlar hep deneyim ve tecrübe ile geliştirdiğim, iyileştirdiğim noktalar. 10 sene önceki resimlerime bakarsak eminim bu detaylara önem vermediğim resimler çoğunluktadır.

İşiniz konserler ama sizin müzikle aranız nasıl? Bu işe başlamadan önce sıkı bir müzik dinleyicisi miydiniz?

Kesinlikle. Performans/konser fotoğrafçılığına girmemin esas nedenlerinden bir tanesi müzik konserlerine harcadığım bilet parasıyla basa çıkamamam olmuştur. Bu alanda çalışanların çoğunluğu gibi müzikle içli dışlı olmanın bu branşı seçmemizde en büyük etken olduğunu söyleyebilirim.

Değişik tarz müzikleri dinleyerek büyüdüğüm için şanslıyım. Babamın 60’lar ve 70’li dönemleri öğrenmem ve sevmemde büyük etkisi var. Mesela küçükken araba seyahatlerinde Beatles’ın Yellow Submarine albümünü dinlediğimizi hatırlarım. The Doors, Rolling Stones, Eagles, Animals, Alice Cooper gibi sanatçı ve grupları babamdan öğrenmişimdir. Bir de pek çok kez Blues Brothers’ı izlediğimizi hatırlarım küçükken – dolayısıyla soul, blues gibi müzik tarzlarına da çok küçük yaşta kulak aşinalığım olmuştur. Annem ise popüler müzik dinlemesine rağmen daha çok klasik müziğin gelişimin için yararlı olduğunu düşündüğünden çocukluğumda beni genelde devlet opera ve balesine götürmüştür, arabada kaset seçimi de daha çok klasik müzik bestecileri olmuştur.

Bilinçli müzik olgum ise 80’lerin ortasında pop müzik ile gelişmeye başladı, doksanlarda grunge, indie, alternative ve Brit pop’un çıkması ve popülerleşmesiyle olgunlaştı. Blue Jean dergisinin, MTV’nin, Ankara’da Tunalı pasajından aldığım korsan kopya kasetlerin, Kadıköy’de ikinci el magazincilerden aldığım Q, Select, Smash Hits, Melody Maker, Vox dergilerinin sıkı bir müzik hayranı ve yakın takipçisi olmamda büyük etkisi var. Her zaman eski ve yeni müzik için bir açlığım var.

Fotoğrafçı olarak görev aldığınız bir festivalde bir gününüz nasıl geçiyor?

Festivallerin en iyi tarafı gün içinde yakalayabileceğiniz hayranı olduğunuz grup sayısının çok olması ve de yeni grupları keşfedebilme imkanınızın. Binlerce kişinin bir grubu izlerken verdiği enerji de inanılmaz bir his ama festivalde çalışmak gerçekten yorucu bir deneyim.

Festivallere gitmeden önce hangi grupların fotoğraflarını çekeceğime dair program yaparım. Genelde biraz optimist oluyorum bu listeleri yaparken ama planıma sadık kalmaya çalışırım hep, bu da genelde ancak sahneden sahneye koşuşturmamla gerçekleşebiliyor. Sahnelerden bir tanesi eğer geç hareket ediyorsa planlarım alt üst oluyor, yeniden plan yapmam gerekiyor. Bir de yağmur yağarsa o zaman makine ve lensleri korumak, kayıp düşmemek gibi şeylere de dikkat etmem gerekiyor, yani her şey daha bir zorlaşıyor. Havanın çok sıcak olması da ayrı bir zorluk, 35 derece altında grupların sahneye çıkmasını beklemek sanki mangalda pişen etmişsiniz gibi hissetmenize neden oluyor.

Genelde festivallerde, festival suresince hep bitse artık da kurtulsak diyorum ama son gün son grubun fotoğrafını çektiğimde içimde hep bir mutluluk oluyor, düşündüğümde o kadar sürekli koşuşturmaca ve stres içinde aslında epey de eğlendiğimi anlıyorum. Tanıdığım fotoğrafçılarla bu aynı zorlu deneyimi paylaşmak da gerçekten güzel bir şey. Genelde birbirimiz motive ediyoruz. Bir mazoşist fantezisi diye özetleyebilirim festivallerde çalışmayı.

Peki bir profesyonel olarak konserlerde insanların ellerindeki telefonlarla fotoğraflar çekmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

İnsan olarak anılarımızı bir şekilde kaydetme isteğimiz var hep. 90’lı yıllara bakarsanız o zamanlar bootleg videolar vardı, günümüzde video kameralar yerine telefonlar var. İkinci olarak, ki bunda sosyal medyanın etkisi büyük, “Bakın ben buradaydım.” gibi bir gösteriş yapma isteği var hepimizin. O telefonlarla çekilen fotoğrafların, videoların hemen hemen hepsinin son durağı Twitter, Instagram, Youtube.

Sürekli yapılmadığı sürece karşı değilim açıkçası. Kimse konser süresince havaya kaldırılmış bir telefon ya da tabletten konseri izlemeyi istemez ama aynı zamanda niye yapıldığını da anlıyorum. Söyleyebileceğim başka bir şey ise her şeyin bir yerinin olması. Beyonce konserinde iseniz çekin tabii ama ne bileyim Bon Iver ya da James Blake gibi bir sanatçının konserinde çok anlamıyorum telefonla sürekli fotoğraf çekilmesini. Başka takıldığım bir nokta da yeri eğimsiz bir konser salonuna kapılar açıldıktan iki-üç saat sonra gidip önümdeki insan telefonuyla fotoğraf çekiyor diye söylenenler.

Türkiye’de yapılan işlerde kullanılan fotoğraf için kredi vermeye çok dikkat edilmiyormuş gibi gözlemliyoruz. Türkiye’den fotoğrafınızı kullanmak için sizden izin isteyenler oluyor mu? Kendi işlerinizle kredisiz bir şekilde karşılaşıyor musunuz?

5-6 yıl önce bu soruyla karşılaşsaydım kredi çok önemli ve kredisiz fotoğraf kullanılmasına kesinlikle karşıyım derdim. Son zamanlarda ise ücretsiz kullanılan fotoğraflar daha çok canımı sıkıyor diyebilirim ama yine de isminizin bir fotoğrafla basılması güzel bir şey. Adınızın ortaya çıkmasını sağlayan ögelerden biri bu ne de olsa.

Türkiye’den çok teklif aldığımı söyleyemem, buraya geldikleri zaman fotoğraflarını çekmeye çalıştığım The Away Days gibi gruplar var ve onlar kullandıkları zaman sosyal medyada zaten kredi veriyorlar. Türkiye basınını çok yakın takip edemiyorum fakat sanırım 2 sene önce Hürriyet gazetesinde tesadüf eseri bir Nilüfer Yanya resmimi görmüştüm. Rsmi nasıl buldular, nasıl bastılar, hiçbir fikrim yok. Ne bir kredi verildi ne de ödeme yapıldı bana. Hoş değil tabii.

Şöyle diyebilirim mesela sosyal medyadan paylaşılan bir fotoğrafımda bir link ya da kredi olmasını şart isterim. Fakat eğer bir ücret ödenmiş ise fotoğraf için o zaman çok üzerine düştüğüm bir konu değil.

“Bu işi bırakıyorum çünkü ….” diyeceğiniz neden ne olurdu?

Her ay en az bir kere dediğim bir şey “Bu işi bırakıyorum.” Nedenleri çok çeşitli olsa da genelde her meslekte olduğu gibi insan faktörlü sebepler. Bu aynı mekânı paylaştığım diğer fotoğrafçılar olabilir, sanatçıların basın görevlileri olabilir, çalıştığınız mekan ya da festivalde ne yaptığını bilmeyen ya da bir güç kompleksine girmiş güvenlik görevlileri olabilir. Bir de son zamanlarda pek çok saçma sapan kontrat ve yasakla karşılaşıyoruz bunlar da moral bozan olaylar.

Dünyaca ünlü isimlerin performanslarını fotoğrafladınız. Bu sırada hep işinize odaklanmış mı oluyorsunuz yoksa performansları izleyip keyfini çıkarabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Çalışırken profesyonel olmama karşın bazen çekim esnasında kendimi kaptırdığım konserler oluyor. Bir fotoğrafçı olarak genelde konserlerde ilk 3 şarkı esnasında bulunuyoruz. Eğer sevdiğim bir grup, bildiğim bir şarkı ise bazen makina arkasında şarkı sözlerini bağırdığımı, ayağımla ritim tuttuğumu görebilirsiniz. Daha önce anlattığım gibi bu işe girmemin nedenlerinden biri konserleri izlemek. Maalesef son birkaç senedir fotoğrafçıları 3 şarkıdan sonra salondan çıkarmak gibi bir huy çıktı çoğu yerde ve bazen konserin geri kalanını izleyip keyfini çıkartmak istesem de bu mümkün olmuyor. Uzun süre boyunca çalıştığım konser salonlarında bazı görevlileri tanıyorum ve güvendiklerinden dolayı istersem bazı performansları izlemem için imkân yaratıyorlar bana. Bir de tabii en önde olduktan sonra birden en arkadaya geçmek her zaman zevkli değil. Genelde çok sevdiğim sanatçıların konserlerine bilet alırım izlemek için, çünkü her istediğim performansın fotoğrafını çekebilmem mümkün olmuyor.

Çalışırken başınıza gelen en tuhaf şey neydi, aklınızda spesifik bir anı var mı?

İki yıl önce Mystery Jets’in bir performansında grubun sahneye çıkmasını beklerken güvenlik görevlisi yaklaşıp “3 şarkı, 1 kere flaş” dedi. Genelde kural flaşsız 3 şarkı. Biz de fotoğrafçılar olarak bu espriye güldük. Güvenlik görevlisi kendini “pardon 1 şarkı 3 fotoğraf” diye gülerek düzeltti daha sonra ise “3 şarkı sıfır fotoğraf” dedi. Hep beraber güldük. Konser başladı, biz fotoğraf çekmeye başladığımız saniye önümüze atlayıp “Hayır, size 3 şarkı no fotoğraf demedim mi ben” diye çekim yapmamız engellemeye çalıştı. Neyse zar zor arkadaşın jetonunu düşürdük. Bu işi bırakıyorum dedirten anılardan bir tanesi bu.

İsim vermeyeyim ama performans öncesi bir sanatçının menajeri ile bir görüşme yaptım ve menajer bana kesinlikle sanatçıya bakmamamı ve de sanatçının gözüne görünmez olmamı istedi. Fotoğraf çekerken yapamayacağım iki şey sanatçıya bakmamak ve görünmemek.

Şimdiye dek belki de yüzlerce grubu/müzisyeni canlı izlemiş olmalısınız. Hiç unutamadığınız konserler oldu mu, biraz bahsedebilir mısınız?

İlk seyirci olarak gittiğim konser İstanbul’da yılını tam olarak hatırlayamıyorum ama, 90’lı yılların sonuna doğru Prodigy’nin verdiği bir konserdi. Böyle bir grubun Türkiye’ye getirilişi benim için o zamanlar inanılmaz bir olaydı. Konser görevlilerinin insanlar sıcaktan bayılmasın diye kovalarla bize su attıklarını, bulunduğum yerdeki bütün seyircilerin birden sanki Musa kızıl denizi yarmış gibi ayrılması ve bir koca kova suyun tamamının başımdan aşağı dökülmesi unutamadığım bir hatıra. Peaches’ın Astoria adlı mekanda verdiği konser unutamadığım başka bir hatıra, show’un harika olmasının yanında seyirciler içerisinden beni seçip 3000 kişiye sahneden Fuck the Pain Away söyletmesi bu konserin kalbimde özel bir yeri olmasına sebep.

Diğer aklıma gelen bir konser de birkaç sene önce Koko’da Smashing Pumpkins’in verdiği konser. Konser genel olarak keyifliydi ama sonuna kadar beklemek istemedim açıkçası. Arkadaşlarımla tam kapıdan çıkarken Marilyn Manson’ın sesini duydum, o avaz avaz  “olamaz, Marilyn Manson sahnede!” diye bağırarak yaptığım U dönüşünü hiç unutamam. Billy Corgan ve Manson gibi iki efsanenin sahneyi paylaşması benim için süper bir olaydı. Aynı tarzda Nick Cave ’in yaptığı bir kitap turunda seyircilerin yine seyirci olan PJ Harvey’i zorla sahneye çıkartıp Henry Lee parçasını söyletmesi gözlerimle gördüğüme inanamadığım bir hatıra. Gençliğim boyunca taparcasına dinlediğim Bjork, Madonna, PJ Harvey, Suede, Tori Amos, Nick Cave, Portishead, Hole, Garbage gibi grupları ve sanatçıları ilk kez izlediğim konserler hep sakladığım hatıralarım arasında. Tabii bu iyi hatırların yanında kötüleri de var, mesela ilk kez Placebo’yu sahnede görüşüm hüsrana uğramama sebep olmuştu çünkü çok beğendiğim ilk iki albümlerinden sadece 2 şarkı söylemişlerdi. O günden beri hiç bilet almadım konserlerine.

Çekim yaparken unutamadığım bir hatıra ise yine Nick Cave ile ilgili. Nick Cave sadece ilk şarkıda fotoğraf çekilmesine izin verir. Seneler önce bir çekim sırasında ilk şarkı bittikten sonra çekim alanını fotoğrafçılar olarak terk etmedik ve Nick Cave ikinci şarkısını durdurup sizin buradan gitmeniz gerek dedi. Biz de başımız önümüzde eğik alandan çıkarken, “Durum, bekleyin” diye arkamızdan bağırdı ve birden bire sanki Saturday Night Fever’daki John Travolta’ymış gibi hareketlerle bize poz vermeye başladı. Eğlenceli bir anı.

Hiç herhangi bir grup veya müzisyenle birlikte turladınız mı, nasıl bir deneyimdi? Eğer hayırsa kiminle birlikte turlamak isterdiniz?

Hayır, tur hayatının bana göre olduğunu düşünmüyorum açıkçası ya da geçenlerde bir arkadaşıma dediğim gibi eğer her tarafa uçakla uçurulup, otellerde tek kişilik odalarda konaklayabileceğim bir tur varsa o zaman hemen OK derim. Genelde böyle olmuyor tabii. Beraber tura çıkmak isteyebileceğim sanatçılardan bazıları Kesha ve Flaming Lips, aşırı zevkli olabileceğini düşünüyorum onlarla turlamanın. Yılların tecrübesi ve hikâyeleri olan Iggy Pop gibi sanatçılarla turlamak ilginç olabilir. Bu sene en beğendim albümlerden olduğu için Kali Uchis ve Janelle Monae ile de turlamak isterdim ki beğendiğim şarkıları pek çok kez canlı dinleyebileyim.

Bu yıl içinde çektiğiniz fotoğraflardan en çok sevdiğiniz hangisiydi?

Ben kendimin en büyük kritiğiyim. Çekimin hemen sonrası beğendiğim, işte bu fotoğraf dediğim bir fotoğrafta hep 2-3 gün sonra genelde bir kusur buluyorum. Fakat son 2 aydır çektiğim fotoğraflardan memnunum açıkçası. Years & Years konserinde çektiğim bir-iki fotoğraf var çok sevdiğim, onlar dışında Chvrches ve Childish Gambino’nun çektiğim fotoğrafları sevdiğim ve gurur duyduğum fotoğraflar.

Performans fotoğrafçılığı yanında müzisyenlerle portreler de çalışıyorsunuz. Bu çekimler öncesi gruplarla/isimlerle neler konuşuyorsunuz? Onları rahatlatmak için kullandığınız özel küçük numaralar var mı?

İlk olarak bütün sanatçılara sorduğum soru kamera karsında doğal olup olmadıkları. Genelde bunu şaka tarzında “eminim ki hiç direktif vermeyeceğim bir çekim olacak bu” tarzlı sözlerle söylerim ki direktif almak isteyip istemediklerini anlayabileyim. Bir başka espri tarzlı söylediğim şey “Şimdi işinizin en sevdiğiniz en eğlenceli bölümüne geldik.” Çünkü çoğu sanatçının kendini çok rahat hissetmediği bir ortam portre çekimleri. Şöyle düşünürüm hep, ben kendi resmimin çekilmesinden çok hoşlanmam ya da belirli açılardan çekilmesini tercih ederim dolayısıyla karşımdaki kişinin de benim gibi olabileceğini düşünürüm. Bu yaptığım espri de “Acınızı paylaşıyorum.” anlamlı bir espri.

Çekim sırasında da diyalog kurmaya çalışırım, mesela daha önce onları izlemişsem ondan bahsederim ki karsımdaki en azından müzikleriyle hiç ilişkisi olmayan biriyle çalıştığını düşünmesin. Yeni albümü çıkacak sanatçılara albüm hakkında sorular sorarım mesela.

Öznenize ilginiz varsa ve onlarda ilginiz olduğunu anlarsa ortam daha bir yumuşuyor. Diyaloglar sanatçıdan sanatçıya değişiyor tabii, bazıları çok konuşkan olmuyor bazıları da çekim olduğunu unutup sohbete dalıyorlar.

4-5 erkekten oluşan gruplara son zamanlarda söylediğim bir şey de “Eğlenceli bir çekim yapalım, mesela bu otobüs bekliyormuş duruşu yerine başka şeyler deneyelim.” Çünkü grup resimlerine baktığınızda 4 adamın duvar önünde sıra şeklinde durup lense baktığı resimler kadar depresif fotoğraf yok müzikte.

Son olarak, gelecek projeleriniz üzerine birkaç cümle alsak sizden?

Performans ve müzik dışı alanlarda aklımda birkaç fotoğraf projesi var ve umuyorum ki bu senenin sonuna doğru gerçekleştireceğim. Bunun yanında son 1-2 senedir performans fotoğraflarımla ilgili küçük bir sergi yapma isteğim var ama daha önce de söylediğim gibi fazla kritik yaptığımdan bir türlü resimleri seçemiyorum, belki başkalarına seçtirmem daha uygun. Tabii performans fotoğrafçılığına da devam.

Çok teşekkürler!

Kendisini takip edip birbirinden güzel fotoğraflarını düzenli olarak görebilmeniz için sizleri Burak Çıngı’nın websitesi ve sosyal medya hesaplarına gönderiyoruz;

Website/Instagram/Twitter