İNCELEME: BEIRUT – ARTIFACTS

Yolculuk, Beirut’un müziği için en belirleyici kavramlardan biri. Coğrafya atlası gibi şarkı isimleri, ilk albümün belki de fitilini ateşleyen kaçma arzusu ve ne aradığını bilmeden bulma hevesi, Zach Condon’la diyar diyar dünya şehirleri… Son albüm Artifacts de hem bu kişisel seyahatlerin hem de bir grup olarak Beirut’un yolculuğunun bir retrospektifini sunuyor.

Hayranlarıyla iletişim kurmak hiçbir zaman Beirut’un güçlü karnı olmadı. Her albümden sonra ortadan kaybolup birkaç sene sonra karabatak gibi bambaşka bir yerden yeni bir hikayeyle çıkmak gibi bir alışkanlık edinen grup, hemen her albüm öncesinde de grubu albüme getiren süreci özetleyip aradan geçen süreyi telafi etti. Her albüme etki eden illa ki birkaç yeni şehir, bir enstrüman, bir yolculuk ve en nihayetinde bir hikayesi var Zach Condon’ın. İlk albümleri Gulag Orkestar için bu hikaye, 14-15 yaşlarında, kalıbına dar gelen, uyku problemleriyle baş etmeye çalışan Santa Fe’li bir ergenin, çalıştığı sinemada, Emir Kusturica filmlerinin salondan taşan müziklerinin peşine düşmesiyle başlıyor. Sonrasında ise aile evindeki küçük odasına kapanarak yazdığı albümle sonuçlanıyor.

Onu takip eden The Flying Club Cup ise belki de biraz klişe olarak, farklı dünyaları keşfetmek isteyen hemen her huzursuz ve hevesli Amerikalı gencin rüyası ve ilk durağı Paris sokaklarına, Jacques Brel ve Fransız şansonuna bir iade-i ziyaret. Bir sonraki albüm The Rip Tide içinse hikaye bu sefer farklı bir hal alıyor ve yolculuk fiili olduğu kadar zihinsel de bir ilerlemeyi ya da yer değiştirmeyi karşılıyor. Flying Club Cup turnesi, fiziksel ve zihinsel olarak zorlayıcı hatta tüketici bir tecrübe halini alıyor Condon için. Daha fazla devam edemeyeceğini düşünürken bir de üzerine bir sörf kazası sonucu kulak zarının delinmesi eklenince gittiği doktorda ses tellerinin de, kendi ifadesiyle, ayvayı yemiş olduğunu öğreniyor ve sakat bir kulak, iltihaplı ses telleri ve turne esnasında kırılmış bir trompetle öylece kalakalıyor. Tüm bunlara alkol bağımlılığı, boşanma ve depresyon da eşlik ediyor. Buradan çıkışı da kendisini bir kulübeye kapatıp yeni bir albüm yazmakta buluyor ve bu hikayenin sonu da The Rip Tide’a çıkıyor. Turnenin ardından yine bir süre sırra kadem basan Condon, aradan geçen birkaç yıl sonra kafasını bu defa çok tanıdık bir yerden, İstanbul’dan çıkarıyor. Gezi Park’ına destek vermek için attığı post’la İstanbul’da olduğunu öğrendiğimiz Condon için bu durumun, sıradan bir seyahatten çok daha uzun olduğunu öğrenmemiz yine 4. Albümü No No No çıkmadan önce anlattığı hikayesi aracılığıyla oluyor. Ortadan kaybolduğu süreçte zamanını İstanbul ile New York arasında böldüğünü ve senenin neredeyse yarısını Fenerbahçe’de, Kadıköy’de geçirmeye başladığını öğreniyoruz. Nitekim albümdeki şarkılardan biri de o dönemki semtine yazdığı Fener. Ancak Condon’ın İstanbul’daki ikameti de kalıcı olmuyor. Bir sonraki albüm Gallipoli’den önce bu defa da Berlin’e yerleştiğini ilan ediyor. Albüm içinse bambaşka bir yolculuk söz konusu. Grup olarak İtalyan kasabalarına yaptıkları araba yolculuğu albüme genel havasını verirken bir diğer hikaye de albümün ana karakterini oluşturan, Condon’ın eski yatak odasından çıkıp Berlin’e varan farfisa orgununkıtalararası yolculuğu. Ancak albümün turuna henüz başlayan grup için işler bir kez daha ters gidiyor ve Zach Condon’ın eski belası ses teli problemleri yeniden baş gösterdiği için henüz sadece birkaç konser verebilmiş grup kalan bütün konserleri iptal edip tekrar kendi kabuğuna çekiliyor. Ta ki geçtiğimiz yaz, Condon’ın şifresini unutmuş olduğunu düşündürten Instagram hesabından boy göstermesine kadar kendilerinden haber alınamıyor.

Artifacts ise Beirut’un şu ana kadar hiç yapmadığı bir iş, bir toplama albüm. Hayallerinden birinin uzun kış yaşanan, izole bir yerde bir kulübeye kapanıp da albüm kaydetmek olduğundan bahseden Condon, bunu Artifacts’te gerçekleştirmiş gözüküyor. Geçtiğimiz kışın büyük bir bölümünü kuzey Norveç’te, denize nazır bir kulübeye kapanıp albüm kaydetmekle geçirirken bir yandan da Berlin’deki evine döndüğünde eski arşivleri kurcalamaya başlıyor. Böylece eski EP’leri, B-side’ları, daha önce stüdyo kaydı alınmamış şarkıları da derleyip toparlamaya başlıyor. Bunun neticesinde de toplam dört yüzden oluşan ve her biri aslında kendi içinde bir derleme olan çifte uzunçalar ortaya çıkıyor: “Lon Gisland, Transatlantique, O Leãozinho”, “The Misfits”, “New Directions and Early Works”, “B-Sides”.

Albümü dinlemeye başlayanlar ilk yüzde tanıdık, hatta belki de Beirut’un en bilindik şarkılarıyla karşılaşacaklardır. Ardından daha önce canlı çaldıkları ancak stüdyo kaydı olmayan şarkılar, Zach Condon’ın daha 14 yaşındayken yazdıkları, Beirut öncesi işleri, albümlere girememiş B-side’lar… Yeniden düzenlenip albüme eklenen parçalarla ilgili büyük sürprizler yok. Özüne dokunmadan kayıtlar daha temiz hale getirilip bir araya toplanıyor. Albümün daha önce duymadığımız bölümü içinse Condon, yine son 20 senede anlattığı hikayeyi toparlıyor. Pek hazzetmediği elektronik gitara bir alternatif olduğunu düşündüğü ve erken dönem işlerinde de sıklıkla duyduğumuz synthesizer’lar yine yoğun bir şekilde kendini hissettiriyor. Uzun yollar, okyanuslar aşıp gelen farfisa da yine albümün temel enstrümanlarından. Albümle ilgili belirtmek gereken bir diğer unsursa, son iki albümde beraber çalıştıkları indie müziğin kalesi 4AD yerine bu iki albüm dışında, ilk albümden beri beraber çalıştıkları Pompeii Records’a geri dönmeleri.

Albümden sonra yaptığı açıklamayla bu albümün de bir turnesi olmayacağını belirtiyor Condon. Yine yaptığı gibi başından itibaren onu bu kararı almaya getiren sebepleri açıkça sayarak. Nitekim ses telleri ve psikolojik durumunun hala bir turneyi kaldırabilecek kadar güçlü olmadığını açık yüreklilikle paylaşmaktan geri durmuyor. Ancak farklı vasıtalarla da olsa canlı şovlardan uzak kalmayacağının da sözünü veriyor. En heyecanla beklediğimiz ihtimallerden biri de daha önce defalarca birlikte çalıştıkları Fransız müzik bloğu La Blogotheque ile olası yeni bir işbirliği ki kendisi de bu ihtimalin varlığını açıkça söyleyip heyecanımızı harlıyor.

Gurubun kaderinin, hikayesinin belirlenmesinde belki de en önemli rolü oynayan yolculuk, bu albümde somut bir hale de bürünüyor. Dünyadaki yerini arayan huzursuz bir Santa Fe’li çocuğun New York’ta, Paris’te, İstanbul’da Berlin’de kendine aradığı evlerin, son yirmi senede geçtiği durakların bir özeti. Tek lokmada yutup bir oturuşta hazmetmek için zor bir albüm olsa da Condon’ın hikayeyi böldüğü şekliyle, parça parça dinleyip Beirut’un yolculuğuna bir şekilde eşlik edebilmek eşsiz bir deneyim.