İNCELEME: NİLÜFER YANYA – PAINLESS

Hayatımıza Small Crimes EP’si ile giren ve Miss Universe ile kulaklıklarımızdaki yerini sağlamlaştıran Nilüfer Yanya ikinci albümü PAINLESS ile geri döndü. Yeni bir müzisyen ilk albümüyle beğenilen bir çıkış yaptığında haliyle ikinci albümden beklentiler yüksek oluyor (sophomore sendromu olarak da bilinen durum), Yanya için durum da buydu ve PAINLESS’ı dinledikten sonra başarıyla sonuçlanmış desek yanlış olmaz.

Geçtiğimiz hafta albümü hatırlamış olsak da PAINLESS’tan bahsederken Miss Universe ile kıyaslamamak elde değil. Miss Universe her ne kadar başarılı bir çıkış olsa da her şeyin her yerde olduğu, belli bir odağı olmayan bir albümdü. Bazı şarkıların prodüksüyonu aşırı profesyonel duyulurken bazıları sanki direkt Nilüfer’in aile evindeki odasından çıkmış gibiydi. Bunun yanında albümü pazarlama esprilerinden biri olan sahte şirket WWAY HEALTH paketi bana biraz alakasız gelmişti. Yeni albümünde Nilüfer Yanya’yı bu noktalarda çok daha olgunlaşmış buluyoruz. PAINLESS yine aşırı parlatılmış prodüksiyon içermese de albümü dinlerken kulağı tırmalayan keskin değişimler yok. Albüm yine lofi pop ve indie rock arası gidip geliyor olsa da çok daha net bir odağı var. Vokal stili ya da şarkının temelini oluşturan element gitar ya da synthler arasında değişse de 46 dakika boyunca albümü kaplayan 90’lar çerçevesinden çıkmıyoruz.

PAINLESS her şarkıda dinleyicisine bir sürpriz sunuyor. Albüm öncesinde single olarak gelen the dealer sizi indie rock’ın en popüler zamanlarına götürüyor; grunge esintili gitarları ve Yanya’nın derin ve dumanlı yer yer fısıltılı vokalleriyle albümü özetleyen bir giriş yapıyor. L/R’ı dinlerken bir kulaktan diğerine geçen vokaller, stabilise’ın post punk gitarları, trouble’da bir anda vuran Yanya’nın imzası olan neredeyse ağlamak üzereymişcesine servis edilen kırık vokaller gibi detaylar albümü her an ilginç kılmayı başarıyor.

Bütün albüm boyunca devam eden tema bir şeylere karşı çıkmak, kabul edememek ve akışına bırakmayı reddetmek. Örneğin midnight sun’ın en güçlü sözlerini içeren kısmında “Don’t like whenever I’m not in pain/Peeling back, not noticing/The blood and bones beneath my skin” ya da belong with you da “Can’t seem to break free/You cannot save me/I said there won’t be a next time/And now I can’t see the stop sign”.

Albüme genel olarak bakınca Nilüfer Yanya’nın bir müzisyen olarak kendini geliştirdiğini, olgunlaştığını ve odağını bulduğunu görüyoruz. Önceki albümlerdeki deneme yanılma şarkıları bu albümde yok, lofi pop bedroom prodüksiyonundan uzaklaşılmış, grunge ya da post punk gibi genrelara ulaşan çok daha çeşitli elementler eklenmiş ve en çok shameless, midnight sun trouble gibi şarkılarda parlayan, şarkı yazarlığını öne çıkaran güçlü nakaratlar inşa edilmiş. Albümde geri adım atılan tek nokta ise bence Nilüfer Yanya’yı eşsiz kılan vokallerinde olmuş, Miss Universe’te Yanya’nın sesinin çok daha farklı hallerine tanık olurken PAINLESS’ta olabildiğince az risk alınmış, bazı şarkılarda daha güçlü bir performans icra edilebilecekken kısıtlanmış gibi hissediliyor. Canlı performanslar sırasında daha farklı versiyonlarına tanık olmayı bekliyorum ve eğer bir sorun çıkmazsa 23 Mart’ta Instagram hesabımızdan bildiriyor olacağım, takipte kalın.

Öne çıkan şarkılar: shameless, midnight sun, trouble