ORADAYDIK: MOR VE ÖTESİ – İNÖNÜ KONSERİ

Bazı günler vardır, neyle karşılaşacağını bilmeden içine dalarsın. Şanslıysan karşına seni mutlu edecek bir şey çıkar, beklenmedik bir anda iyi bir şeye tesadüf edersin. Bazı günler de vardır ki ta en başından mutlu olacağını, büyük bir şeyle karşılaşacağını bilir ve onunla karşılaşana kadar, içinde yakın zamanda vuslata erecek o tatlı özlemi, telaşsız heyecanı taşırsın. 28 Mayıs mor ve ötesi İnönü konseri, bunlardan ikincisiydi. Yaklaşık bir ay önce konser duyurusunu yaptıklarından beri, o gün o stadı dolduran 30 bin kişi, tahmin ediyorum ki benzer heyecanlarla o anı bekledik. Zaten konserin en temel duygusu da -çok iyi bir grubu büyük bir statta dinlemenin olağanüstülüğü bile bir kenara- bu beraberlik, ortaklık duygusuydu.

Türkçe rock’ın en önemli neferlerinden mor ve ötesi, bu stadyum konserinin ilk ipucunu, 2019 yılında resmi Instagram hesaplarından paylaştıkları İnönü fotoğrafıyla vermişler ve fotoğrafın altına şu açıklamayı eklemişlerdi: “bu haftaki #tbt miz geçmişten değil, gelecekten bir fotoğraf. büyük hayaller kurmaya başlayalım mı?‬” O geleceğin gelmesi, büyük hayallerin gerçeğe dönüşmesi yaklaşık 3 sene aldı. Aradan bir pandemi geçti, ülkede yine yaşayıp üzülüp unuttuğumuz onlarca olay yaşandı ve mor ve ötesi 10 yılın ardından yeni bir albüm yayınladı. Her şey belki de tam olması gereken zamanda, olması gereken günde ve yerde oldu. Solist Harun Tekin konser başında sıklıkla hala rüyadan uyanamadıklarını belirtirken, 3 sene önce kurulan o hayalin gerçekliğine, koca bir stat dolusu insan hep beraber birbirimizi ikna ettik.

Konser duyurusu ilk günden beri İnönü Stadı olarak yapıldı. Artık değişen ve yüklü sponsorluk ücretlerinin diyeti olarak zikredilmesi gereken şekliyle Vodafone Park olarak değil. Sadece taraftarı için değil, şehrin kendisinin bir sembolü olan, içinde onlarca hatıra biriktirmiş, Tanıl Bora’nın ifadesiyle futbolun kendine mahsus SİT alanı olan stadın, İslam Çupi’nin tabiriyle emektar Dolmabahçe’nin köklerinden koparılmasına meydan okuyarak… Konserin tesadüfen seçilmeyen tarihine bir selam, sahnenin önüne kurulduğu tribünlerin tepesinden kendini gösteren, şehre karşı işlenen suçların ilklerinden birine karşı bir gövde gösterisi olarak…

Kalabalığın içeri girmesi biraz aksayınca 21:00 olarak planlanan sahne, 20 dakika kadar gecikmeyle başladı. Ancak organizasyonun hakkını burada teslim etmek gerekir. Biz de içeri biraz geç girenler arasındaydık ve dışarıdaki kalabalığı görünce 22:00’den önce başlamayacağına emin gibiydik. Mümkün olduğunca az gecikmeyle başlanması için ekip elinden geleni yapmış olmalı. Hava kararıp ışıklar söndüğü anda önce kırmızı bir ışıklandırma ve intro başladı. Ardından mor ve ötesi, klasik albümleri (biz bunları hep yazdık) Dünya Yalan Söylüyor’un kapanış şarkısı Uyan ile açılışı yaptı. O gün albümü yazarken ne kadar iyi bir kapanış şarkısı olduğunu düşünüyorsam, bugünden itibaren de ne kadar iyi bir konser açılışı olduğunu düşünüyorum. Açılışın ardından, son albümün öne çıkan parçalarından Forsa, Aşk İçinde ve Dünyaya Bedel’le devam etti. Son albümü çalarken sahnede onlara eşlik eden kalabalıkça bir dans ekibiyle beraber. Harun Tekin piyanonun başına geçip Güneşi Beklerken’i söylediği anda bütün stat telefon ışıkları ve tüm sesiyle avazı çıktığı kadar kendisine eşlik ediyordu. Gören göze, duyan kulağa ne manzara…

Son albüm Sirenler’i dinleyenler hatırlayacaktır ki albüm kapanışını sırasıyla şu 3 şarkıyla yapıyor: Tünel, İstiklal, Park. Tünel meydanına çıkıp İstiklal boyunca yürüyüp sonunda Gezi Parkı’na çıkan bir yürüyüş aslında. 28 Mayıs’ta, Taksim’in dibinde gerçekleşen bir konserde bu yürüş de elbet bir kez daha tekrarlanacaktı. İstiklal’i söylemeye başlamadan Harun Tekin, şarkının “ah vah eden” bir nostaljik kolaycılığı beslemek için yazılmadığını, aksine büyük bir umudu barındırdığını özellikle belirtti. Kendisi açıkça söylememiş olsaydı bile şarkı o umudu ilk nakarattan itibaren defalarca hissettiriyordu zaten: “Birkaç mevsim renkler solunca, Tükenmez hayatının sesi.” Tüm şehirle birlikte bozulan ve zamanında kucağını açtığı herkesi kapı dışarı ettiğini hissettiren İstiklal’e dair hemen herkesin şarkıyı dinledikçe depreşecek bir anısı, yaşanmışlığı vardır. Artık bir yorum değil de verili bir gerçek gibi herkesin bahsettiği o bozulma çoktan başlamış ve hatta bütün o eski cool’lar İstiklal’i çoktan terk etmeye başlamışken de benim İstiklal maceram başlamıştı. Fakülteden çıkıp akşam eve dönene kadar kelimenin sözlük anlamının hakkını verecek şekilde aylaklık ederek geçirdiğim birkaç yılım var İstiklal’de. O nedenle Harun Tekin’in “… belki de yalnız başına yürürken, Ne kadar mutlusun İstiklal’de” dediği o anın hissini bire bir yaşadım, biliyorum. O yüzden şarkı da hissi de çok tanıdık. Hayat, şehir, ülke ve geleceğe dair umudun da neşenin de bu kadar tükenip bu kadar terk edilmiş, yenilmiş hissederken, İstiklal’de bomboş yürümenin o hissini hatırlayıp, iyileşeceğimize dair umudu mor ve ötesi’nden duymak da 30 bin kişi bağır çağır söylemek de o yüzden bir o kadar anlamlı.

Büyük Düşler, Ayıp Olmaz Mı, Sevda Çiçeği ve Re ile birlikte tempoyu ve beklentiyi yavaş yavaş yükselttikten sonra, kalabalığın Bir Derdim Var’la birlikte en büyük heyecanla beklediği şarkılardan Cambaz çalmaya başladı. Tabii öncesinde artık bir başka klasik haline gelen cümbüş introsunu çalmak üzere sahneye Ozan Tügen davet edildi. Korkma, Deli, Az Çok, Yaz Yaz ve Oyunbozan’la devam eden set grubun susup da sözü kalabalığa bıraktığı Bir Derdim Var’la devam etti. Önce seyircinin sonra seyirciyle beraber grubun performansından sonra içeri giren grup, kalabalığın davetiyle bir kez daha sahneye çıktı. Harun Tekin bu ikinci açılışa 23’ü söyleyerek başladı, ki bunu bekleyen var mıydı bilmiyorum ama, benim için duygusal bir sürpriz oldu. Ardından Hazinende, Daha Mutlu Olamam, Tamiri Mümkün Kalbinin ve tabii ki Park’ı çalarak yaklaşık 3 saatlik seti tamamladılar.

Harun Tekin’in, Kerem Özyeğen’in, Burak Güven’in, Kerem Kabadayı’nın inanılmaz enerjisi, seyircinin yüksek coşkusu, stadyum atmosferi, iyi hazırlanmış görseller, yetenekli dansçılar… Hepsi 28 Mayıs akşamını unutulmaz kılan şeylerdi elbette. Ama konserin, oradaki tahmin ediyorum hemen herkes için en özel anlamı umutlu bir birlik hissiydi. Senelerdir aynı kadere boyun eğmiş, aynı şeyleri yaşamış, üzülmüş, öfkelenmiş, sövmüş, aynı kadere başkaldırmış ve çoğu zaman da umutsuzluğa düşmüş binlerce insanın birbirlerine omuz verip de “daha bitmedi” demesi gibi bir üç saatti. Konser esnasında büyük ekrana yansıyan bir seyircinin elindeki kağıda çalakalem yazdığı gibi “bir kabusu yenmeye gelen” 30 bin kişi, kime olsa kendini daha kalabalık, daha güçlü hissettirir, umut verir. Konserin sonuna doğru Daha Mutlu Olamam’ı çaldıkları ve defalarca tekarlattıkları o an, ben ve bir stat dolusu insan biliyorduk ki, hiç değilse o an için, gerçekten daha mutlu olmazdık.