SAYGI DURUŞU: RADIOHEAD – PARANOID ANDROID

Radiohead hangi genre altında değerlendirilmelidir? Indie rock? Alternative? Art rock? Radiohead’i hiç bir genre ile kısıtlayamayız. Peki OK Computer, bir albümü tanımlamak ne kadar zor olabilir? 90’ların zirvedeki Blur’lu, Pulp’lı, Oasis’li nispeten optimist britrock’ına bir tepki, progressive müziğe biraz değen ama o kadar sofistike olmayı reddeden bir ortadalık, neoliberalizmi yıkıp geçmek isteyen bir anarşizm, ama orta sınıf olduğunun çok da farkında bir bilgelik. 

OK Computer, herkesin bilgisayar başında olduğu, henüz sosyal medyanın coşmadığı erken otomatikliğin müzikteki yansıması olduğu için bu kadar değerli. Y kuşağının çok sıkıldığı noktada bir “nutuk” oldu, beyaz yakalının ve yuppie’lerin karıncalar gibi ürediği bir dönemde en başıboş ve işsiz albümdü. Tüm bu “kasıntı” tanımlamalar yine de OK Computer’ı tanımlamaya yetmeyecek, biliyorum. Size Paranoid Android’i inceleyerek ne demek istediğimi anlatmaya çalışacağım. Bu uzun ve minimum sıkıcılıktaki şarkıyı 3 fazda inceleyeceğim, derdimi ne kadar anlatabileceğim emin değilim. Deneyelim. Tüm paranoyakların beni anlayacağına inanıyorum:

Faz 1: “I may be paranoid, not an android”

Sene 97. Thom Yorke Los Angeles’ta bir barda. Çok sarhoş ve çok sinirli bir kadın, kucağında poodle’ı ve yüzünde 10 kat makyajı ile üzerindeki gucci bluzuna bir kadeh şarabın döküldüğünü fark ediyor ve çıldırıyor. Barı birbirine katıyor, çok kızgın ve bu “rezillikten” pek memnun değil (“kicking squealing Gucci little piggy”). Thom bu olaydan oldukça etkinleniyor, karşısında her saniye bir tık daha büyüyen bir canavar olduğunu düşünüyor ve o gece bu imajı kafasından atamadığı için gözüne uyku girmiyor. Tam olarak etkilendiği şey ne olabilir bilemeyiz, ama şarkının başındaki şu cümlelerle bağdaştırabiliriz:

“Please could you stop the noise i am trying to get some rest, from all the unborn chicken voices in my head

Aslında sadece şu cümleden bile paranoyasının derinliğini anlayabiliyoruz. 

Sosyolojik bir lensten bakarsanız 90’ların sonuna doğru gençlik, 80’lerde kazandığı tüm optimizmi kaybediyor. Sinemaya baktığınızda bu paranoyanın en ağır topları popüler kültürde yerini alıyor. ‘96 senesinde dönemin en tepkili filmlerinden biri, Danny Boyle’un Trainspotting’i beyaz perdeyle buluşuyor, ardından ‘98 tarihli bir başka kült Truman Show gösterime giriyor. Baudrillard’ın pesimist simülasyon ve simülakr teorisine selam çakan bu filmle beraber paranoya doruklarına ulaşıyor. Ardından ‘99 tarihli Fight Club’la X kuşağı ayaklanıyor, kırmızı siyah bayraklar göğe yükseliyor ama bir yandan kendimizi sorguluyoruz; şizofreni, paranoya ve ter kent hayatı ile kaynaşıyor. ‘97 tarihli OK Computer tüm bu paranoyanın müzikteki mihenk taşlarından, Thom Yorke bunu asla gizlemiyor. Paranoyak olabilir, ama asla bir robot değil!

Burada hikayenin en başına dönüyoruz. Muhtemel olarak bahsedilen android, ‘81 tarihli kült seri Otostopçu’nun Galaksi Rehberi’nden gelmekte. Paranoid Android Marvin, depresif ve bir o kadar da pasif bir robot. Kitabı okurken Marvin’in ekstrem mutsuzluğu ve yılmışlığı bizi güldürüyor ama hikaye boyunca oldukça üzücü bir şekilde unutuluyor ve umursanmıyor. O da umursanmayı beklemiyor zaten. 

“You don’t remember, you don’t remember! Why don’t you remember my name?”

Marvin’in aksine, Thom Yorke bekliyor olabilir tabii.

Faz 2: “God Loves His Children”

Burada şarkının yarısına geldik. 3:00 itibariyle Jonny Greenwood’un müthiş solosuna doğru dalıyoruz. Gitar soloları klasik bir rock şarkısını düşündüğünüzde şarkının en can alıcı kısmıdır ve genelde şarkının son çeyreğinde yer alır. Paranoid Android’de gitar solosu 6 buçuk dakikalık şarkının neredeyse tam ortasında, çünkü en can alıcı nokta solo değil dersem yanılmış olmam. Yavaşça oraya yaklaşıyoruz.

Thom Yorke bir dakika boyunca eksantrik vokaliyle “rain down on me from the great heights” (çok yükseklerden üzerime yağ) diyecek. Neyin yağmasını istiyor? Ne kadar yüksekten? İlişkilendirebileceğimiz bir çok şey var, tekrar bir sinemaya göz atalım: 

Shawshank Redemption’ın en can alıcı sahnesinde kahramanımız özgürlüğüne kavuşur. Yağmur yağıyordur. Blade Runner’da anarşist android Roy Batty’yi sonsuzluğa uğurladığımız (izleyenler, tam anlatabildim mi?) sahnedeki monologu filmin altın vuruşudur. Yağmur yağıyordur. Yine Truman Show’a dönersek, Truman’ın bir şeylerin ters gittiğini anladığı sahnede yalnızca Truman’ın üzerine yağan bir yağmur bulutu görürüz. Evet, yine yağmur. Bunlar yalnızca benim aklıma gelenler, ama 3 sahnenin de ortak noktasının bir uyanış veya kurtuluş olduğunu söyleyebiliriz, değil mi? İnce detaylara girip, gereksiz anlamlar çıkarıyor olabilirim. Ama şarkının bana anlattıkları ve benim duyduklarım bunlar. İlginçtir; gitarın sesi, Thom Yorke’un vokali ve geri vokaller ile birleşince gerçekten de arka planda yağmur yağıyor hissi verir.

“That’s it, sir

You’re leaving

The crackle of pigskin

The dust and the screaming

The yuppies networking

The panic, the vomit

The panic, the vomit

God loves his children

God loves his children, yeah”

Şarkının başından beri bahsettiğim politiklik vurgusu burada tekrar yankılanıyor. Az önce bahsettiğim uyanış aslında biraz da politik bir karaktere sahip. Uyanıştan kastım şu: Thom Yorke, biraz da ukala bir noktadan her şeyin farkında olduğunu hissediyor. Kimi zaman hepimizin hissettiği bir şey bu. Hatta çok klasik bir karikatürü hatırlatayım:

Her şeyin farkındasın ve seni mutsuz hissettiren şey de bu. Birini hatırlattı mı? Thom Yorke kendini çok zeki fakat çok mutsuz Marvin gibi hissediyor belli ki, şarkı da adını bu yüzden Paranoid Android Marvin’den alıyor. Panic (panik) ve vomit’ten (kusmuk) şarkının başına, dökülen şarap ve çıldıran tikky’ye dönüyor olabiliriz veya sadece toplumu betimliyoruzdur, kim bilir? Ama korkmayın! Tüm bu karmaşaya rağmen Tanrı hepimizi seviyor, içimiz rahat etsin.

Faz 3: Boom! Ağır Riff ve Kapanış 

5:47’den itibaren karmakarışık ama yine de kendini son saniyesine kadar dinleten bir soloyla bitiyor şarkı. Tanrı’nın bizi sevdiğini duyup rahatladıktan sonra tek bir kelime bile duymuyoruz. Yine de, neredeyse 1 dakikalık bu solo, şarkının ilk dakikasından beri bahsedilen paranoyanın notaya dökülmüş hali gibi hissettiriyor.

OK Computer, 12 şarkılık bir korku filmi gibi. Albüm bir araba kazasını anlatarak (Airbag) başlıyor, uzaylı istilası (Subterranean Homesick Alien), korkutucu patronlar ve bir gün kötü bir şey yaparsak hepimizi avlayacak olan karma (Karma Police), çivisi çıkmış toplum (Fitter Happier)  ile devam edip, uçak korkusu (Lucky) ile bitiyor. Thom Yorke’un korkuları, kabusları ve paranoyaları üzerine yazılmış bu albüm hala müzik tarihinin en kültlerinden. 

İçlenmek için yalnızca aşk şarkısı dinlemek zorunda değilsiniz. 28 yaşındaysanız ve Thom Yorke’un kariyerinin en iyi şarkısını sizin yaşınızdayken yazdığını farketmişseniz; beyaz yakalılığın suratınıza tokat gibi çarptığı bir mesai gününde OK Computer dinleyerek bir sigara yakabilirsiniz.