THE “IN THE VOID” SHOW

Takip ettiğimiz, severek okuduğumuz mecraların nasıl ortaya çıktığını, neler yaptığını, belli konularda neler düşündüğünü merak ediyoruz. Bu ilgimize ortak olanlar için yarattığımız The Truman Show serimize, bu kez In The Void‘un kurucusu Sibel Engingök ile konuşarak devam ettik.

Bu konuda bilinçli bir insan olduğumu düşündüğüm halde etrafımızda güzel müzik yapan insanların sayısının sandığımdan ne kadar fazla olduğunu fark ettiren, gerçekten harika müzik yapıp çok az dinleyicisi olan müzisyenleri kendi odalarından çıkarıp dinleyicilerine ulaştıran ve bu anlamda neredeyse kutsal denebilecek bir iş yaptığını düşündüğüm In The Void‘un arkasındaki isimle konuşmak gerçekten çok uzun süredir istediğim bir şeydi. Birkaç ay önce Sibel Engingök ile bir araya gelip blogunun oluşum süreci ve bugüne gelişinden, müzik sahnemizin eksiklerine kadar bir sürü şey hakkında bir hayli uzun bir sohbet ettik, hem kendisini hem de In The Void’u daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Sohbetimizin olabildiğince bilgilendirici bir kısmını da hemen aşağıdan okuyabilirsiniz. In The Void’la hala tanışmamış olanlarınız içinse ulaşabileceğiniz linkler yazının sonunda. Keyifli okumalar!

Cemre: Önce biraz seni ve In The Void’u tanıyalım, ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?

Sibel Engingök: 2011 yılında, henüz üniversite ikinci sınıftayken -Bahçeşehir Üniversitesi’nde Fotoğraf & Video bölümü terkim- müzik yapan, müzikle ilgilenen bir arkadaş grubum oldu. Elektronik müziğe ilgim o sıralar başladı. Birlikte inanılmaz müzikler keşfedip birbirimize çalıyorduk. Evlerde bir araya gelip kendi partilerimizi düzenliyorduk. İleriki senelerde bunları mekanlara taşımaya başladık. Onun öncesinde ise lise son sınıftayken o dönem psytrance’le ilgilenen arkadaşım, Baran’ın övgüyle bahsetmeleri üzerine Beyoğlu’ndaki Pixie’ye gitmeye başlamıştım. Tam da dubstep’in patladığı zamanlardı. Müzik, ortam, kısacası tamamıyla o dünya beni çok etkiledi.

Bir süre sonra bir sürü insan müzik yapıyor, bir yerde çıkıp bunları çalıyor ve dinleyicileri var ama hala bir eksiklik var gibi hissetmeye başladım. İnsanların birbirinden haberdar olacağı ya da bu tarzda müzik dinleyen insanın İstanbul’da, Türkiye’de herhangi bir şehirde elektronik müzik adına neler olduğunu takip edebileceği bir mecra yoktu. O zamanlar Ali Gültekin bana “Sibel, sen böyle bir şey yapsana” demişti. O zamanlar anlamamıştım ne yapmam gerektiğini ya da neden benim yapmam gerektiğini. Sonra Alican Karalar, o da DJ’lik yapıyordu bir dönem, ve Elif Eltutar bu olayın oluşması ve gelişmesinde bana çok yardımcı oldular. Enter the Void o zamanlar izleyip çok etkilendiğim bir filmdi, oradan geliyor yani isim de. Ama tamamen anlamını gerçekten düşünmeden bir anda öylesine oluşmuş bir şeydi, sonradan çok daha anlamlı gelmeye başladı. Sonrasında, zaten halihazırda hep müzik dinlediğim için, bir süre SoundCloud’da dinlediğim insanları bir Facebook sayfasından paylaşmak şeklinde ilerledi. Bu şekilde başlamış oldu In The Void.

E: Sadece Facebook sayfası mıydı?

Sibel Engingök: Tabii tabii, sonra blog’da da mixtape’ler paylaşmaya başladık. Bir de SoundCloud’un global bir buluşma gecesi olmuştu, oradan bir şeyler paylaşmıştık. Sonrasında da şu anki haline geldi site. İster istemez bir açıdan misyon edindiğimi düşünüyorum. Bunu çok içimden gelerek ve hiçbir karşılık beklemeden yapıyorum, müzik yapan insanları ve müziği seviyorum çünkü. Beni çok besleyen bir şey, o yüzden sanki beni bu kadar besleyen olguya bir teşekkür etmek gibi hissediyorum bu yaptığım ve yapmaya çalıştıklarım hakkında. Harika insanlarla tanışıyorum.

E: Biraz oradan oraya dolaşıyorum demiştin, ne anlamda yani?

Sibel Engingök: Bir dönem İstanbul’da genel durumlardan ötürü hepimizin bir enerjisi tükenmişti ya hatırlarsınız, bir etkinliğe gidiyorsun ama oradaki herkes aslında oraday-mış gibi, sanki hiç kimse hiçbir şeyden keyif almıyor gibiydi. O zaman ben de bir süre uzaklaşmak istedim, ailem Bodrum’da yaşıyor zaten. Ne olacağını düşünmeden, hiç gelecek planı yapmadan onların yanına gittim. Benim için çok da iyi oldu, kafamı toparlayıp çok daha iyi çalışma fırsatı buldum.

C: Birden çok yerde, İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de In The Void etkinlikleri görüyoruz mesela, sürekli olarak bulunmadığın şehirlerde nasıl idare edebiliyorsun bunu?

Sibel Engingök: In The Void’u tek yürütmediğim zamanlarda, birçok insan girip çıktı aslında bu alana. Herkes gönülden destek verdi. Ama siz de anlıyorsunuzdur, bir noktada o artık senin bebeğin gibi oluyor, her gün belli bir şeyleri yapmak zorundasın onun için, bir parçan haline geliyor. Benim için de öyle oldu ve bana destek olan kişilerden de hep o sorumluluğu almasını bekledim sanırım, o yüzden bir türlü sabit bir kadro tutturamadık bir süre. Son olarak Alper Yıldırım, Ege Tülek ve Sezin Özkılıç ile çoğunluğu Ankara’da, onlar orada olduğu için daha rahat ilgilenebiliyor ya da kalkıp Eskişehir’e gittiğimiz oldu. Bu şekilde idare edebildik, hepimiz mobil halde kalarak.

In The Void Presents: Session #5 – Garage/Punk etkinliğinden. Photo Credit: İpek Çınar

C: Bir de radyo programı var, buna benzer başka projeler de var mı yakın zamanda göreceğimiz?

Sibel Engingök: Her zaman çok daha fazlası yapılabilir gibi düşünüyorum. Kafamda dolanan bir sürü fikir var, bunları hayata geçirmek ve insanlarla paylaşmak için epey heyecanlıyım. Toplama albüm yayınlamakla ilgili çalışmalar devam ediyor.

C: In The Void başka sanat dallarıyla da ilgileniyor mu mesela? Bazen instagram profilinizde çok güzel fotoğraflar görüyorum, bunun gibi başka alanlara dokunuyor musunuz?

Sibel Engingök: Çok teşekkür ederim. Müzik ve fotoğraf beni en çok besleyen şey. Beni daha çok çeken müzik ve görselliğin bütünü. Aslında o yüzden fotoğrafın da In The Void için ayrı bir önemi var. Bazen kendi çektiğim bazen de diğer insanların çalışmalarıyla bağ kurup onları müzikle eşleştirmekten keyif alıyorum.

E: Peki keşif aşaması nasıl oluyor senin için?

Sibel Engingök: Artık bir iş (sevdiğim) gibi bu her sabah kalkıp SoundCloud’u ve BandCamp’i açıyorum takip ettiğim tag’lere, insanlara bakıyorum, burada yaşayan insanları bulmaya çalışıyorum, yılların alışkanlığıyla daha rahat oluyor artık. O kadar fazla insan var ki ulaşılmayı bekleyen ve hatta yaptığı şeyleri yüklemeye çekindiği için ulaşamadığımız. Çok da güzel şeyler yapıyorlar. Ama kimisi var ki çok iyi müzik yapıyor ama ortaya çıkmak istemiyor canlı olarak. Ya da gerçekten çok iyi ama biraz dinlenildiğini bilse, biraz daha özgüven kazansa çok daha harika şeyler yapacak, onları da çekip çıkarmak gerekiyor.

C: Çok teşvik edici de bir şey aslında bu yaptığın, sonuçta bu konuda bir fikri olan bir mecra takdir ediyor senin yaptığın işi, çok daha hevesle devam edersin.

Sibel Engingök: Fark edilmek aslında işin özü, bu insan müziğimi dinledi ve sevdi. Bir bağ kurdu. Önemli olan tek şey bu değil mi?

E: Peki In The Void’u kurduğundan bu yana yerel sahnedeki ilerlemeyi nasıl buluyorsun?

Sibel Engingök: Bence kesinlikle çok güzel gelişmeler oluyor. İnsanlar çok daha fazla ortaya çıkıyor artık, birbirleriyle tanışıyorlar, kimse birbirinden haberdar değildi. Her şeyden önemlisi bu insanların bir araya gelebilmesi için bir mekan gerekiyor, hep aynı mekanlarda çalmak, insanların hep aynı mekana gelmesi bir sorundu. Bir nebze ilerlenildi bu konuda da ama tabii hala yeterli değil. Ekonomik durumlar ya da egoları insanları etkilemese, herkes iş birliği içinde olmaktan yana olsa herkes için bir sürü kapılar açılabilir, çok daha güzel şeyler yapılabilir diye düşünüyorum.

Teknik açıdan çok kaliteli yerler var İstanbul’da ama mesela nasıl desem, belli bir sınırı geçmiş sanatçılar için açık sadece kapıları. Öyle bir anlayış olmamalı bence. Asıl amacım da böyle bir şeye girişmek aslında, Andy Warhol’un The Factory’si gibi. Herkes orada ve herkes özgür, tabii o zamana özgü bir şey çok da aynı durumdan bahsetmiyorum ama, herkesin hakkını alabildiği, adil, iyi ses sistemi olan bir yer hayali hep var aklımda, herkes gibi. Özellikle Berlin’e gidip geldikten sonra daha da netleşti her şey. Müzik bir deneyim sonuçta, bunu olabildiğince kapsamlı ve iyi bir şekilde deneyimletebilmek lazım.

E: Ben de Berlin’i gördükten sonra İstanbul’u hep olmamış bir Berlin olarak görmeye başladım.

Sibel Engingök: O da işte poser’lık, o kıyafeti giydiğinde bir şey oluyorsun ya da bir şeye ait oluyorsun gibi hissetmekten oluyor sanki.

E: Her janradan besleniyor gibi In The Void ama kendine daha yakın bulduğu bir müzik türü var mı?

Sibel Engingök: Daha çok elektronik müzik diyebilirim. Diğer gruplarla; indie, rock, punk, alternatif türevleri müzik türlerini destekleyen haberini yapan bantmag var, bir baba indie var, siz varsınız, bir sürü bloglar var. Elektronik müzik ise eksikti o yüzden temelde hep o oldu. Sonrasında başka türlere de yöneldik tabii. Genel olarak bilindik isimlerin dışında kalanlardan bahsediyoruz. Ama elbette işin özünde bağ kurduğumuz her sesi, her titreşimi bu alanda yaymaya çalışıyoruz.

2015 yılında yayınlanan In The Void Compilation Albüm

C: Şu sıralar Türkiye’den hangi isimleri dinliyorsun mesela diyeceğim ama eleyip isim söylemek çok zor biliyorum. Şöyle diyelim, son zamanlarda keşfettiğin ve bulduğun için çok heyecanlandığın isimler kimler?

Sibel Engingök: Tek tek isim belirtmek konusunda gerçekten başarısızım çünkü birçok ismi seviyorum ve dinliyorum fakat kişisel olarak bu aralar beni en çok heyecanlandıran isimler / gruplar: Okay Vivian, Blank Zero, Drunk High Jinks, Dark’o Bairo, Deniz Erdem, Destroy Earth, Redrice, Elz & the Cult, Ati ve Aşk Üçgeni, Bam Bam Bam, Scenes We Have Missed, Rijeka, Saint Aegean Heart, Fluctuosa, Robogeisha, dear machine, Aportrait, Voyd, SETH…

E: Aslında herkesin tahmin ettiğinden çok daha fazla müzik yapan insan var yani SoundCloud’da da.

Sibel Engingök: Evet kesinlikle öyle, iyi müzik demek istemiyorum ama mesela bir insan orada tek bir sesten bir parça yapıyor ama anlattığı şey sana bir çok şey ifade edebiliyor.  O müziğin, bir şey ifade edebileceği insana ulaşması lazım ama işte. Müzik evrensel bir şey, birleştirici, iyileştirici, bu dünyaya ait ama başka bir boyutta yaşayan bir alan, bir iletişim biçimi. Kendim hiç müzik yapmadım o yüzden müzisyenlere ayrı bir hayranlık besliyorum. Aynı anda birkaç insan bir enstrüman çalıyor ve o an kimse konuşmuyor ama öyle bir iletişim halindeler ki, çok etkileyici.

Biri bir başkasından duyduğunu deniyor ve yeni bir şeyler çıkarabiliyor. İnsanların iletişimde olması çok güzel. Yani ilk anda dinleyip çok etkilenmediğim ama  “Burada bir şeyler var, üzerine gitmeye devam et” diyebilmek bile çok güzel.

Görünürlüğü arttırmak ya da ülkeler arası sınırları kaldırmak gerekiyor ideal bir dünyada. Çok fazla ön yargı var.. Daha önce başka ülkelerde de bulundum ama hiç son zamanlarda gördüğüm gibi bir sınıflandırma görmemiştim Türkiye’ye karşı. Şu an en son olarak aklımda o örnek olduğu için söylüyorum ama arkaoda Berlin gibi mekanlar açıldıkça artık bu kafamızdaki gerçek olmayan sınır ve engelleri aşmamızda yardımcı olacak, köprü görevi görecek diye düşünüyorum.

C: Gelecek planları neler In The Void için, yeni bir etkinlik serisi gibi bir şeyler var mı?

Ne olursa olsun yapmaya devam etmek. Tek plan bu.

In The Void’a ulaşabileceğiniz linkler:

Facebook / Soundcloud / Instagram / Bandcamp / Mixcloud