İNCELEME: GIRL IN RED – IF COULD MAKE IT GO QUIET
Genç yaşta üretilen ilk şarkıların öfkenin ve duyguların gürültülü bir şekilde dışavurumu olduğu zamanlardan çok uzaktayız. Birçok ismin ailelerinin evindeki odalarında produce edilmiş sessiz sakin ilk şarkılarla üne kavuştuğunu sıkça gördüğümüz günlerde (Billie Eilish, Clairo..) girl in red de bu akımın üyeleri arasında yer alıyor.
Norveçli Marie Ulven, aka girl in red, müzik kariyerine 2016’da düzcinsel arkadaşına aşık olmasının ardından yazdığı i wanna be your girlfriend‘i BandCamp’e yüklemesiyle başladı. 2018 ve 2019’da takip eden single’ları ve EP’leri ile Norveç ve daha sonra Avrupa’da tanınırlık kazandı. 2020’de verdiği röportajlarda bir sonraki adımın dünyayı domine etmek olduğunu söylemesinin ardından pandeminin patlak verişiyle bu planları ertelenmek zorunda kaldı. Ta ki geçtiğimiz martta, ilk albümünün son single’ı Serotonin’in çıkışına kadar. Serotonin neredeyse çıktığı an viral oldu diyebiliriz. Bir anda girl in red, takip ettiğimiz bütün müzik yazarlarının ve müzisyenlerin (Taylor Swift’in bile!) sosyal medya hesaplarındaydı. Kısa bir süre sonra ise albümün tamamına kavuştuk.
if i could make it go quiet’ın iki yüzü var: biri prodüksiyonla yükseltilmiş lo-fi bedroom pop (midnight love, . ) ve diğeri punk esintili, daha yüksek sesli, daha cesur (Did You Come?, You Stupid Bitch)… Bu iki halin birbiriyle karışımı albümü son saniyesine kadar ilginç tutmayı başarıyor. Açılış parçası Serotonin’de sanatçı karmaşık duygularını, hızla değişen fikirlerini keşfediyor. Şarkının prodüksiyonu EDM drop’ları, distorted sample’lar ve hızındaki beklenmedik değişimler ile Billie Eilish’i hatırlatabilir ve bu çok normal çünkü şarkının prodüksiyonuna Billie’nin abisi Finneas’ın eli değmiş. Ardından gelen, Did You Come?’da ise Serotonin ile aynı motif üzerine kurulmuş bir melodi ve sadakatsiz bir sevgiliye ardı ardına sıralanan soruları dinliyoruz.
Bütün albüm boyunca tanıdık sesler bulmak ve sanatçının ilham aldığı sanatçıları tahmin etmeye çalışmak da albümü dinlerken aklınızı meşgul edecek bir başka nokta. Mesela Body and Mind‘ı dinlerken aklınıza gelebilecek isimler Childish Gambino, Charli XCX ve -özellikle son nakarat öncesi vokal tarzı- Taylor Swift.
Euphoria’dan ilham alan Rue, albümün punk esintilerinin bitip sakin ikinci yarısının başlangıcını damgalıyor. it would feel like this ile yumuşak bir kapanış yapmadan önce I’ll Call You Mine yüksek temposu, keyifli sözleri ve dile dolanan nakaratıyla dinleyicisini pozitif hisler içinde bırakıyor.
girl in red, if i could make it go quiet ile başladığı nokta olan lo-fi pop’tan uzaklaşıyor ve konser alanlarını doldurma kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor. Bunun yanında Billie Eilish’in başarısıyla gördüğümüz, müzik sektörünün yanaşmaya başladığı yöne doğru ilerleme ve gelişme potansiyelini kanıtlıyor. Bunu yaparken şarkılarında ele aldığı cinsel yönelimini keşfetmek, aşk ve akıl sağlığı gibi kişisel konularda müzik yapma konseptine herkese hitap edebilecek yeni bir soluk getiriyor.
Bonus: Marie Ulven’in Serotonin’in yaratılış sürecini Song Exploder’a anlattığı podcast bölümüne de buradan ulaşabilirsiniz.
Comments
Trackbacks & Pingbacks
[…] Birçok müzisyenden tam not alan Norveçli girl in red, tabii ki bizim de radarımızdaydı. Z kuşağı temsilcilerinin etrafımızı çevirdiği şu son günlerde, yeni neslin duygularımızı bu kadar iyi anlatabilmesi karşısında şaşkınlık yaşıyoruz. girl in red, albüm boyunca çıkış albümünün ham yapısını korunurken FINNEAS prodüktörlüğünde yüksek kalitede katmanlı bir yapıya erişiyor. […]